
GARA[1] DAĞI KATLİAMI
- 21 Şubat 2021
- Güven Kaya
- Başlık; Güncel
- 44
- Facebook0
- Twitter5
- WhatsApp15
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
KARA DAĞI / GARA DAĞI / GARE DAĞI
20.02.2021 / ANAKARA
Konuya girmeden önce bazı tespitlerde bulunmak gerekiyor.
Ülke yıllardır bir başarısızlıkta, beceriksizlikte en başa dönmek zorunda kalıyor. Çünkü gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendi. Sürekli zaman, emek, hem insan hem de ciddi boyutta maddi kaynak kaybı yaşanıyor. Taş üstüne taş konulmuyor. Hatta son 19 yıldır ise, daha önce üst üste konmuş taşlar birbirlerinin altından çekiliyor yapılanlar yıkılsın diye. Dediklerimi açayım:
1.Türkiyede, özellikle son yirmi yıldır, PKK terörüyle mücadele yapılmadı ve sanırım hiç yapılmayacak da. Kolaya kaçılarak halkın gözüne güzel görünecek olan “teröristle mücadele” yapıldı. Onda da elde edilen başarılar ortada.
2.Türkiyede çok büyük bir kesime hâkim olan “benim teröristim iyidir” yaklaşımı var. Bu da başarıyı engelleyen gerekçelerden sadece bir tanesidir.
3.Şekli ve şartı ne olursa olsun “terörle ve teröristle pazarlık yapılmaz.” Bu yapıldı ve yapıldığı gibi terörün ve teröristin sırtına binilip seçimler de kazanıldı. Geçmiş ayna olduğuna göre gelecekte de aynısı yapılacak demektir.
4.Teröristle mücadele edilirken yapılan hatalardan bazıları:
a. Teröristin bizim gibi bir insan olduğu hep unutuldu. Ama bunu unutanlar teröristi tarif ederken “gündüz külahlı, gece silahlı” lafını etmeyi ise hiç eksik etmediler. Bildiğiniz üzere “insan” için gündüz külahlı, gece silahlı denir. Zaten bu toprakların en yaman çelişkisidir ikiyüzlü davranmak. Altını çizerek belirtmekte fayda var: Teröristler de insandır ve hiç birimizden farkı yoktur.
b. Teröristin insan olduğu unutulduğu için onun “insana ait” tüm davranışları yok sayıldı. Yani “sen ne istersen terörist de onu ister, sen ne yaparsan terörist de onu yapar, sana ne yapılıyorsa teröriste de o yapılıyor…” gibi akılcı yaklaşım ya hiç oluşmadı ya da atıldığı çöpten dışarı hiç çıkamadı. O da bir insan gibi yer, içer, yatar, uyur, diğer gereksinimlerini gidermek ister. Bu arada senden daha fazla üşür, hatta donar, senden daha fazla terler, hatta pişer, korkar, yıkanamaz, aç kalır, açlıktan ölür, hastalanır, hastalıktan ölür… İşte o yüzden korunaklı, barınaklı, sulu, düz, gizli, saklı, yazın serin, kışın ılık yerleri tercih eder. Terörist her yerde değildir, belli yerlerdedir. Ama onları hiç kimse oldukları yerde aramaz. Neden acaba?
c. Anlamsız bir şekilde teröristler abartıldı. Yok, şöyle iyiler, şöyle attıklarını vuruyorlar, böyle uçuyorlar, şöyle kaçıyorlar, her yerdeler, bir orada bir burada görünüyorlar… Yok, onlar da insan ve senden, benden hiçbir farkları yok.
ç. Yine anlamsız bir şekilde teröristler bu sefer tersi yapılarak aptal, salak, ahmak yerine kondu. Bunu yapanlar kendilerinin ne olduğunun farkında olmayanlardı. Terörist ne kadar o nitelikteyse sen de o kadar o niteliktesindir. Temelde yoktur kimsenin birbirinden farkı çünkü o da bu topraklarda büyüdü, bu havayı soludu, bu suları içti… Farkı yaratan eğitimdir.
d. Aslında, teröristi hep daha akıllı, daha mantıklı ve daha iyi bir uygulamacı olarak görmek gerekirdi. Neden mi? çünkü onlar “bir ölüp bin doğmuyorlar.” Çünkü onların insan kaynağı gibi diğer tüm kaynakları da daha kıt ya da hiç yok. Sayılı mermi taşırlar, o mermilerin hepsini o eylemde kullanamazlar, kullanırlarsa özeleştiri verirler, bazen sırf bu yüzden “infaz” dahi edilirler, yedikleri içtikleri bir insanı sadece yaşatacak kadardır… Tam bu noktada teröristten bir adım ileri geçebilmek için onun akıllı, kendinin ise daha akılsız olduğunu kabullenip onu nasıl alt ederim düşüncesine dalmak gerekir. Bir şeyi kabullenmeden onunla mücadele mümkün değildir.
e. Teröristin de başında birileri var ve onları sürekli aşağılıyor, sömürüyor, haksızlık ediyor, kullanıyor, yalan söylüyor, tehdit ediyor, işbirlikçi diyor… Teröristler de kendi içlerindeki bazılarına “hain” diyor.
5. Kendine Kürt diyen ya da denilen birinin “terörist ya da peşmerge ya da korucu olması ‘an’ meselesidir ya da başka bir deyişle ‘an’ belirler.” Evet, o da belirler yani kadın cinsel organı. Bunun da belirlediği örgüt üyeleri ve süreçler olmuştur ama konumuz terörist profili olmadığından oraya derinlemesine girilmeyecektir. Bahsi geçen “an” iki anlamlıdır. Birincisi “en küçük zaman birimi,” ikincisi ise iki tarla arasındaki ince (bir insan geçecek kadar) sınırdır. Bir insanın bir an sonra terörist olması ya da bir ince çizgiyi aştıktan sonra terörist olması manasındadır bu tespit.
6. Sıkı durun, ülkede daha teröristin profili veya profilleri çıkarılamadı. Haliyle terör örgütünün de profili veya profilleri çıkarılamadı. Mücadele karanlıkta yapılıyor, biline.
7. Terminoloji/kavram hataları çok yapılıyor. Teröristlerin yurt içinde kaçırıp yurt dışına çıkardığı Türk yurttaşlarına “esir” diyenler çıktı. Onlar rehinedir ve özgürlükleri terör örgütü tarafından kısıtlanmış olup herhangi bir hukuka bağlılık yoktur. Esir ise iki devletin savaşması sürecinde ele geçirilen ve öldürülmeyip savaş alanı dışına alınarak enterne edilen kişidir ve bir hukuka bağlılık söz konusudur. Böylesi bir hatayla, terörist dedikleri pisliklere devlet askeriymiş gibi bir anlam yüklemiş oldular. Bir benzer hata “infaz” kavramı ile yapıldı. İnfaz etmişler dendi. Devleti yönetenler terörist ağzı ile konuşamazlar, hele hele her önlerine geleni teröristlikle suçlayanlar hiç konuşamaz. Denmesi gereken katledilmişler / öldürülmüşler idi. Devleti yönetenlerin bu bilgisizlikleri acilen giderilmelidir.
Konunun devamını bu tespitler ışığında okursanız daha anlaşılır olacaktır. Yukarıdaki tespitlere, yazı içinde, atıfta bulunulsun ya da bulunulmasın tüm yazının manasında bu tespitler kendine yer bulacaktır.
Biraz Coğrafya ve Tarih Bilgisi
Türkiye sınırı, Irak içine doğru, Çukurca’nın Üzümlü Köyünden çıkarak kuzey-güney yönünde geçildiğinde ilk önce yüksekliği fazla olmayan tepeler hattı karşılar. Bu tepeler hattı doğu batı uzanımında olup genelde kel ve kayalıktır. Kel tepeler hattını güneye doğru geçildiğinde bir vadiye inilir ve Metina dağına çıkılır. Dağı çıkmak istemeyenler için, dağın doğusunda Şerifa denen bölgede bir boğaz vardır ve doğrudan Amadiya denen tarihi yerleşim yerine çıkar, kullanabilirler. Metina Dağı ağaçlı, gizli saklı yerleri çok olan bir tepeler silsilesi olup ortalama 2000 m. yüksekliktedir. Zaten bu dağda bir zamanların ünlü “Metina Kampı[2]” vardı. Daha güneye doğru devam edildiğinde karşılama görevi artık Kara ya da Gara Dağlarınındır. Bu dağların ortalama yüksekliği 1500 m. olup kısmen Metina Dağı gibi ağaçlı, kısmen de keldir ve doğu-batı hattında uzanır. Kuzeye karşı savunmada kritik arazi arızası özelliğine sahiptir çünkü Metina dağından daha uzun bir hattır. Gara Dağlarının güneyi artık Basra Körfezine kadar düz ve çöllük alandır. Yerleşim yerlerinin büyük bir kısmı düzlük alanlardadır.
1995 yılında Osman Öcalan denen, bizce terörist ama mevcut zihniyet tarafından, İnterpol tarafından kırmızı bülteni ile aranmasına[3] rağmen, devletin televizyonu olan TRT’ye çıkartılıp seçim propagandası yaptırılan ve böylelikle kendilerince “pek makbul adam” olanı enselemek için bir operasyon düzenlemiştik. O zamanlar Saddam’ın Metina Sarayında[4] bulunuyorduk ve hem atıl kalmamak hem de örgüte en fazla zararı vermek için bu gibi operasyonları kendimiz planlayıp uyguluyorduk. Hedef arazi, pek makbul adam Osman Öcalan’ın bulunduğu, Sarsing Boğazı bölgesiydi. Resmen kule atlamacılar gibi “daldık ve çıktık.” Hiç oyalanmadan alabileceğimizi alıp fazlasına göz dikmeden bölgeyi terk ettik. Pek makbul adam yoktu veya kaçanların içindeydi. Bir günü aşmayacak şekilde planlamıştık. Hava desteği olmadı çünkü hava kapalıydı. Çıkan şiddetli çatışmalarda bir uzman onbaşıyı şehit verdik. Karşıdan ise sermece-saymaca yirmi üç, telsizden dinleme ile kırktan fazla terörist öldürüldüğünü öğrendik. Hemen batıda bulunan Atrüş Kampından UN (BM) arabaları gelip fazlaca sokulmadan çatışmayı izlediler. İşte, bu arabaların kampa taşıdığı yaralı teröristlerden neredeyse yirmi pislik daha ölmüştü. Dikkatinizi çekiyorum; planı hemen bir gün önce, hiçbir görsel ya da yazılı bilgi olmadan, kendimiz yaptık ve ertesi gün uyguladık. Üstelik yolda enselediğimiz çobanların geldiğimizi karşı tarafa telsizle bildirmelerine rağmen bu başarıyı elde etmiştik.
Kısacası, oralar, biz eskiler tarafından bilinmeyen yerler değildir, konuşma hakkımız vardır.
Gelelim 2021 Yılı Gara Operasyonuna
Rehineleri kurtarmanın iki yolu vardı. Birincisi daha önce birkaç kez gerçekleştirildiği gibi görüşmeler yoluyla, ikincisi ise o bölgeye gizli saklı yol ve yöntemlerle sızdırılan yeter sayıda kuvvetin çabasıyla. Öğrenildiğine göre birincisi hiç düşünülmemiş bile. İkincisi ise yeterince doğru bilgilerle yapılmamış olup sonucu katledilen yurttaşlar ve onların ruhen çöken geride kalanları şeklinde gerçekleşmiştir. Seçilen operasyon türü, doğası gereği, başarılı olma olasılığı başarısız olma olasılığının yanında son derece sönük kalan türdendir. Bu tarzın seçilmemesi gerekirdi. Birinci seçenek üzerinde durulmalıydı ama kuvvet zoru ile olanı seçilmiş. Sanırım seçim yatırımı. Kuraldır, hiçbir mesleğin uygulamalarına karışılmaz. Karışılırsa sonuç bu olur.
Madem ikinci seçenek uygulanacaktı daha dikkatli olunabilirdi. Bu gibi operasyonlarda planlar çok iyi, uygulamalar çok daha iyi olmalıdır. Genel bir ipucu vermek gerekirse doğrularla planlanır, gerçeklerle uygulanır. Eğer planlayıcılar ve uygulayıcılar doğrunun ve gerçeğin farkında değillerse, başarısızlık kaçınılmaz sondur.
Bu aşamada yapılması gereken neydi?
Bir öneri: O mağara bölgesinde bulunan teröristler ile o mağarayı uzaktan koruyup kollayan teröristlerin -mutlaka vardır- helikopterlerin sesini duyamayacağı, görüntülerini alamayacağı bir yere, tercihen gece, uçarbirlik harekâtının yapılması ve o birliğin mağaraya, araziden, gizli saklı bölgeleri kullanarak yaya ilerlemesi en uygun olanıydı. Havada ise gerektiğinde devreye girmek için İHA ve SİHA’lar “kep görevi” yapmalıydı. Bu ne kadar sürecek? Mağaraya etkili olabilecekleri yere zinde ve fark edilmeden gelene kadar sürecek. Sonrasında mağaranın içine tespit edilen tüm girişlerden aynı anda girilmesi denenecekti.
Mağaraya yapılan hücum hakkında herkes bir şey söyledi ama aynı şeyi iki kişi söylemedi. Sürekli çelişki yaşandı. Mağara ve çevresinin üzerinde çok çalışıldığından bahsedilmesine rağmen “bir de gördük ki mağaranın üç giriş-çıkışı ve içeride ise demir kapı üstüne demir kapı varmış[5]” laflarını duyduk en yetkili bilgisiz ağızlardan çok şaşırmış olduklarını belli edercesine… Bir de basına yansıyanlardan anlaşıldığı kadarıyla, teröristlerin o mağarayı çok az adamla tuttuğu ortaya çıktı. Rehinelerin olduğu yeri tespit ettiklerini söyleyen ilgililer, bunları nasıl tespit edememiş acaba? Sorulması gereken en ciddi soru budur. Bu sorunun ve benzerlerinin yanıtı o katledilenlerin yaşamasını sağlayacak ya da katledilmelerine neden olacak bilgileri içermektedir. Sormak gerekmiyor mu “hani çok çalışılmıştı” diye?
İçerde katledilenler ve çatışmalarda şehit olanlar dâhil on beş[6] vatan evladının gencecik yaşlarda toprağa düşmesinin gazını almak için “48 terörist ölü, 2 terörist sağ ele geçti” bilgisi de araya sıkıştırılıverdi. O kelle hesabı yapan adamlara “bir teröristin sen öldürsen de öldürmesen de ortalama bir ömrü vardır ve onun sonunda bu adam sürünerek ölür” demek artık gerekli oldu. Terörist öldüreceğim diye insanlığa faydalı olacak vatan evlatlarının hayatını kaybetmesine ya da sakat kalmasına gerek yok. O pislikler zaten geberecek, sen kendi adamlarının sağlığına ve hayatına değer ver. Onları ya doğa şartları, ya örgüt ya da -eğer biraz şanslılarsa- Türk askeri çatışmalarda öldürecektir. Terör örgütleri ve teröristler, yapıları gereği, hareketsiz kaldıklarında ya da atıl kılındıklarında birbirlerine girerler ve sürekli kendi içlerinden birilerini hainlikle suçlarlar. Bu da bir dizi özeleştiri ve “infaz” demektir. Bunu sağla ve mermi atmadan örgütü zayıflat.
Sen tutup o mağaranın hemen önüne uçarbirlik harekâtı icra edersen içerdekiler de ellerindekileri pekâlâ vururlar. Bundan daha doğal bir şey yoktur. Silah kullanmayı alışkanlık haline getirmiş biri, o durumdaki on üç kişiyi en fazla 15 saniyede katledebilir. Silah arkadaşlarını çaldığın adamlar senin hemen yakınlarına helikopter ile inmişse bunun tek bir anlamı vardır: arkadaşları için geldiler. Pek tabi ki örgüt elinde bulundurduğu, altı yıl beslediği, oraya buraya naklederken risk aldığı kişileri “buyurun alın” diyerek kenara çekilmeyecekti. Bunun böyle olacağı en baştan bilinerek tüm harekât buna göre planlanmalıydı. Unutulmasın “Her olayın kendi mantığı vardır.” işte, o mantığı bulup ona göre davranılmalıydı. Yani “biz on üç adamı kaçırmış, sırtlarından fayda sağlamak istiyor ve bunları karşı tarafa sağ olarak kaptırmak istemiyor olalım ve birileri de bunları zorla almaya gelmiş olsun.” Bu durumda biz ne yapacaksak, terörist de onu yaptı. Üzerinde ileri-geri tartışılması gereken konu bu değildir, düşünülmesi ve ders alınması gerekendir. Planlanan harekâtı savunanlar “Efendim kitaplar böyle yazıyor, bizden öncekiler de böyle yapmıştı… vb.” diyebilir ama bu çok kötü bir yaklaşım olur. Onlara ARGO Operasyonunu iyi öğrenmelerini öneririm. Ya da ne bileyim Gran Sasso Operasyonunu… Bunlar “her olayın kendi mantığı vardır” yaklaşımının tipik onaylayıcısıdırlar.
Bu bölümü biraz daha açmaya çalışalım. Aynı durum ve görevde kim olursa olsun o da vurur ve üst makamlardan ona başlangıçtan itibaren verilen görev de budur zaten. Hapishaneden kaçırılmaya çalışılanlar ile kaçmaya çalışanlara vurmak için ateş edildiği bir gerçektir. Yineliyorum: kim olursa vurur, işini iyi yapan herkes böyle davranır. Çünkü artık “bunlar benim işime yaramayacak, onların da işine yaramasın” -tipik bir bana yar olmayan başkasına da olmasın vakası- düşüncesi devreye girmiştir ve bu düşünce kapalı devredir, dönüşü yoktur, müdahale edilemez. Oraya yönelmiş bir hücumun hedefi rehineleri kurtarmaktır. O teröristlerin bunu anlamayacağını düşünmek kadar bilgisizce ve acemice bir planlama ve uygulama olamaz. Asla teröristleri aptal yerine koymayın ya da kendinizi ışıktan daha hızlı sanmayın. Herkesi işini iyi yapmaya çağırıyorum.
Teröristlerin işi öldürmektir. Öldürerek “yol alırlar, hayatta kalırlar, ben varım derler, etrafa korku salar ve kendilerine biat ettirirler ya da kendilerini böyle dikte ederler.” Tüm bunların bilinmemesi, hem teröristi hafife almak, hem kendi mesleğini inkâr etmek, hem de işini iyi yapmamaktır.
O katledilen yurttaşlarımız, pek tabi ki gerekli güvenlik kurallarına uymadıkları ve bu konudaki emirleri göz ardı ettikleri için örgütün eline geçtiler. Bu yadsınamaz ama burada katledilen kişileri eleştiri gibi bir açmaza girilmeyecek, onların kişisel hatalarını gerekli idari tedbir ve emirlerle yok etmesi gereken makamlar eleştirilecektir. Kaçırılanların hepsi çok genç ve akılları tamamen duygusal çalışıyor. Kişisel arabaları ile seyahat ediyorlar. Bunun kesinlikle yasaklanması gerekirdi. Kendi başlarına hareket etmeleri engellenmeliydi.
Katledilenler Türkiye sınırları içinde kaçırıldı. Daha sonra teker teker ya da ikişerli-üçerli olarak yurtdışına çıkarıldı. Bu aşamalarda kaçırılanlar kurtarılmalıydı. Bütün aşamalarda sorumlu makamların beceriksizliği çok yüksektir. Hani sizin haberiniz olmadan dal kıpırdamazdı? Bu demektir ki ya göz yumdunuz ya da gerçekten durumunuz berbat ötesi bir beceriksizlik seviyesinde…
Bu katliam ile birlikte yeni bir seviye belirlenmiştir. Örgütün elinde olanları bu saatten sonra sağ olarak almak mümkün değildir. Eğer alınıyorsa “çok büyük ödünler” verilmiştir demektir. Milli güç unsurlarından fiziki güç olan TSK artık yoğurdu bile üfleyerek yiyecektir. Çünkü hem üç şehit verdi hem de içerdekilerin katledilmelerini engelleyemedi. Bu bir başarısızlıktır ama yolun sonu değildir. Bilgiye saygı duymayı, çığlığa ses vermeyi öğrenecekler ve sonrasında o komuta makamlarına -buna savunma bakanlığı makamı da dâhildir- “bizzat elleri ile düşman gırtlağı söken” adamları getirecekler. Yoksa böylesi acemilikler sonsuza dek sürer gider ve olan Türk Milletine olur. Bu milletin sağladığı makamlara işini iyi yapamayanlar çökmüştür hep. Bunun sonlandırılması gerekmektedir.
Ancak ne yazık ki sorumluluk makamında olan sorumsuzlar hem suçlarını inkâr ediyor hem de hiçbir ilgisi olmayan kişi ve kurumları suçluyor. Bu tipik bir suç bastırmadır. Bunun yanında, ne olduğu zaten belli olan teröristleri hain, kalleş, cani… vs diyerek kötülemeye kalkmak da yine suçu başkalarına atmaktır, kendi beceriksizliğin örtmeye kalkışmaktır. Ders almaları, sorumluluklarını yerine getirmeleri gerekirken tam tersi davranışa girmeleri millet ile alay etmektir, onu yok saymaktır. Daha kötüsü ise millet fertlerinin kanı üzerinden siyaset yapılıyor: Çarşamba günü millete sesleniş konuşmamı özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Sizlere birçok güzellikler takdim edeceğim.
1998 yılında bitirilen ama ne yazık ki 2003 yılından itibaren özelikle canlandırılan terörün, bitirilmesinde emeği, teri ve kanı olan bir kişi olarak diyorum ki
-Kürt sorunu raporu hazırlatanların,
-Kendilerine Kürt diyenlerin/denenlerin yaşadığı yere Kürdistan diyenlerin,
-Kürtçe vardır ve ana dildir, ana dilde eğitim hakkı verelim diyenlerin,
-Olağanüstü yasalarla bu sorun çözülmez diyenlerin,
-Yerel parlamentolar oluşturulmalıdır diyenlerin,
-“Ne mutlu Türküm dersen o da ne mutlu Kürdüm der” diyenlerin,
-Sayın Öcalan fikirlerinden dolayı yatmıyor aldığı kellelerden dolayı yatıyor diye şehitleri aşağılayanların,
-Ülkede Kürt sorunu vardır diyenlerin,
-Oslo ve İmralı’da teröristlerle masaya oturanların ve onların verdiği listelerle millet görevlilerini cezalandıranların,
-Kürt açılımı başlatanların,
-Bebek katili namlı teröristin mektubunu Nevruz günü meydanlarda okutanların,
-Akil adamlar diyerek en sakilleri milletin önüne koyanların,
-PKK bayrağını ve bebek katilinin posterlerini suç olmaktan çıkaranların,
-Çadır mahkemelerinde teröristleri aklayanların,
-Teröristlerle el ele tutuşup megri megri diye şarkı söyleyenlerin, aynı otobüse binerek halkı selamlayanların, parti kongrelerine teröristleri çağıranların,
-Bebek katilinin, İnterpol’ün kırmızı bülteni ile aranan, kardeşini milletin televizyonuna çıkaranların,
-Askere operasyon izni vermeyenlerin ama askere operasyon yapılması kumpasında sabit bacak olanların,
-Şehirlerin altlarına patlayıcılar döşenirken valilere operasyon yapmayın diye emir verdiğini itiraf edenlerin,
olduğu ve yönetimi elinde bulundurduğu, kendileri dışında kalan, kendileri gibi düşünmeyen herkesi terörist olarak adlandırdığı, önüne gelene hain dediği ülkede bu gibi olayların çokça olacağına inancım tamdır.
Bunlar sürekli olacak, aklı başında olanlar ise bunları yazacak ama değişen bir şey olmayacaktır. Değiştirecek olanlar seçmenlerdir. O seçmenler ise resmen Stockholm Sendromu ya da Stalin’in yolunmuş tavuk sendromunu yaşıyor. 1998 yılında biten terörü 2003 yılından itibaren artıranların yüzünden şehit olanların aileleri, sakat kalanların kendileri ve aileleri oy vermeyi kestiği an bu işin rengi döner.
Bir daha böylesi olayların yaşanmaması dileğimle, hoşça kalın.
[1] Gara dendiği gibi Kara da deniyor. Yerli halk ise çoğunlukla Gare diyor.
[2] Metina Kampı ve civarı Türkiye’deki birçok define avcısının rüyalarını süsler.
[3] Aratan ülke Türkiye’dir.
[4] Halk dilinde İnişki denen, haritalarda Ayn Shaki adıyla geçen yer.
[5] Orası örgütün hapishanesi, pek tabi ki kapı üstüne kapı olacak.
[6] İçerde katledilenlerden biri Türk yurttaşı değilmiş, Iraklıymış.
Hits: 1723
Stratejide İhmal Edilmiş Bir Kavram: “Sürtün...
- 16 Şubat 2021
Millî Mücadele’nin Askeri Stratejisi Hakkınd...
- 1 Mart 2021