
Sürtünme Etkisinden Kaçınma
- 17 Mart 2021
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; güvenlik
- 2
- Facebook5
- Twitter5
- WhatsApp0
- LinkedIn15
- Telegram0
- Paylaşım
Sürtünme konusuna bir önceki yazımızda kısaca değinmiş ve sebep olduğu sonuçları açıklamaya çalışmıştık. O yazımızın sonunda, sürtünmenin etkilerinden kaçınmanın bir yöntemi olup olmadığı sorusunu sormuş ve bu soruya, tarihi olaylara bakıldığında, evet cevabı verebileceğimizi belirtmiştik. Bu yazımızda sürtünmeden nasıl kaçınılabileceğinin yöntemlerinden birini açıklamaya çalışacağız.
Aslında sürtünme ile sadece savaşlarda değil, her gün yaptığımız hemen her şeyde karşılaşırız. Örneğin bir arabamız olduğunu farz edelim. Bu arabamızın lastikleri arabayı taşıyan temel dayanaklardır. Dünyanın en iyi lastiklerini alsak bile bunların bir süre sonra yıprandığını, dış yüzeyinde yer alan dişlerin aşındığını görürüz. Buna sebep olan, sürtünmedir.
Peki biz buna nasıl çare bulmaya çalışırız?
Öncelikle uygun yöntemler kullanırız. Örneğin arabayı sık sık patinaj yaptırırsanız lastikleriniz hemen aşınır. Lastiklerin uzun ömürlü olması için bundan kaçınırız. Çok fazla fren yaparsak, banketlere lastiklerin yanlarını sürttürürsek, keskin cisimlerin üzerinden geçersek de sonuç aynı olacaktır. Öte yandan kullanacağınız yol da etkilidir. Zemini kötü ve sürtünmeyi artıracak şekilde pürüzlü yollarda araç kullandığınızda aşınma fazla olacaktır. Bu sebeple, nereden ilerleyip nerede duracağımıza ve aracımızı nasıl kullanacağımıza dikkat etmek gerekir.
Diğer bir husus da hangi lastiği kullandığımızdır. Çok kaliteli bir lastik kullanan biri ile daha ucuz bir lastik kullanan birinin lastiklerinin dayanıklılığı aynı olmayacaktır. Ancak bu da yeterli değildir. Yazın ve kışın farklı lastik kullanmak ve bunların değişimini en uygun zamanda yapmak gerekir. Yani koşullara en uygun lastiği en uygun zamanda kullanmak gerekir.
Tüm bunlara dikkat etsek bile yine de yolda emniyette sayılmayız. Çünkü Clausewitz’in muharebe için tanımladığı bilinmezlik ve sis kavramları, yollar için de geçerlidir. Örneğin biri yola vida veya çivi atmış olabilir ve bunlar lastiğinizi patlatabilir. Bu sebeple araçlarda yedek lastik bulunur. Muharebelerde de ihtiyat bulunmasının sebebi budur. Yedek lastik sık sık kontrol edilmeli ve kullanılan lastikle aynı evsafta olmalıdır ki ihtiyaç duyulduğunda kullanılsın. İhtiyatların durumu da aynıdır.
Ayrıca, lastiğiniz patlayıp yedek lastiği taktığınızda yine lastiklerinizden birinin patlayabileceğini hesaba katmanız gerekir. Bu sebeple lastik onarımı veya lastiğin bir süre daha yol alabilmesi için gerekli bazı malzemeleri araçlarımızda taşırız. Üstelik yol üzerindeki birçok benzinlikte de lastikçiler bulunur. Fakat buna rağmen lastiğinizin aşınmasını tamamen engelleyemezsiniz. Örneğin havanın sıcaklığına göre lastik hava basınçlarını ayarlamanız gerekir. Fazla yük taşımamanız gerekir.
Anlattığımız tüm bu faktörleri hesaplasak dahi yine de sürtünme etkisi yolculuğumuzu her an aksatabilir. Çünkü her lastiğin ortalama olarak katedebileceği bir mesafe vardır. Bunlar üretici firmalar tarafından testler yapılarak tespit edilir. Bu sebeple bazı lastik firmaları şu kadar kilometre yapsanız bile lastiğiniz sizi yolda bırakmaz diye reklam yaparlar. Öte yandan lastik yapımında kullanılan maddelerin kendi doğal ömürleri vardır. Yani kullanılan maddenin özelliği dolayısıyla arabanızı çok az kullansanız bile belli bir süre geçince lastiğinizi değiştirmeniz gerekir. Çünkü imalatta kullanılan madde zamanın aşındırmasına yapısal olarak daha fazla dayanamaz. Bu sebeple (bildiğim kadarıyla) üretim tarihinden itibaren dört yıl geçmiş olan lastikleri değiştiriyorlar. Yani yeni aldığınız bir lastiğin mesafece ve zamanca bir ömrü vardır. Yola çıkarken gideceğiniz mesafe ve yol alacağınız zamanı dikkate almadan yola çıkmak bu yüzden başımıza bela olabilir. Üstelik lastik, gideceğimiz yere kadar bizi götürse bile orada patlarsa yine büyük sorunlarla karşılaşabiliriz. Uzun bir yoldan sonra hiç kimse yorgun argın lastik tamir ettirmek istemez. İstese bile açık lastikçi bulamayabilir. Bulsa bile acilen tekrar yola çıkma ihtiyacı ortaya çıkarsa lastik tamiri için zaman bulamayabilir. Yani hedefinizi seçerken, oraya lastiklerimiz sağlam olarak varmaya da dikkat etmek gerekir.
Şimdi okurlar “Askeri bir konu ile başladı, ama olayı lastiğe bağladı.” diye düşünüyor olabilir. Haklısınız ama konunun kolay anlaşılması için böyle bir yöntem izledim ve şimdi hemen anlattıklarımı askeri harekatlara bağlayacağım. Bunun için Millî Mücadele’de Yunan ordusunun durumunu temel alacağım. Gerektiğinde farklı muharebeler ve seferlerden de örnekler vermeye çalışacağım.
Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İzmir’e ayak bastılar ve aynı gün İzmir’de yaptıkları katliam, savaşı kaybedeceklerinin ilk işareti oldu. Eğer Yunanlılar İzmir katliamını yapmasalardı, gelişmeler çok farklı olabilirdi. Çünkü 1911 yılından beri kesintisiz bir şekilde devam eden savaşlar yüzünden halk savaşlardan bıkmış durumdaydı. Halkı yeniden bir savaşa sevk etmek neredeyse imkânsız gibi görünüyordu. Fakat Yunan ordusunun yaptığı katliam halkta şok etkisi yaratınca hemen her yerde direniş örgütleri ortaya çıkmaya başladı. Bu sırada İtalyanlar da Anadolu’ya asker çıkarmışlardı. Yunanlıların aksine halkı katletmek yerine hastanenler kurdular ve ücretsiz ilaç dağıttılar. Banka açıp halka kredi verdiler. Yerel yönetimlere hiç dokunmadılar. Sonuç olarak İtalyanlara karşı hiçbir yerde direniş gösterilmedi, hatta tek bir kurşun bile atılmadı.
Yunanlılarla benzer bir hatayı Fransızlar da Güney Anadolu’da yaptılar. Maraş, Urfa, Antep ve Kilis gibi yerler önce İngilizler tarafından işgal edildi. İngilizler, emperyalist geçmişlerinin verdiği tecrübe ile halka karşı doğrudan bir eylemde bulunmadılar. Türk bayraklarını indirmediler ve yerel yönetimlere dokunmadılar. Her etnik ve dini unsurun liderlerini toplayıp iş birliği zemini aradılar. Sonuç, İngiliz işgali döneminde bu bölgelerde hemen hemen hiçbir direniş hareketinin ortaya çıkmaması oldu. Ne zaman ki bölgenin Fransızlara verileceği anlaşıldı her yerde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmaya başlandı. Çünkü Fransızlar ilk günden itibaren bölgeye Ermenistan diyerek küçük bir azınlığı, üstelik bölgede tarihi travmalara sebep olmuş bir azınlığı iş birliği yapacakları tek unsur olarak ön plana çıkardılar.
Fransızlar bununla da yetinmediler. İntikam alayı adını verdikleri ve askerlerinin Ermenilerden oluştuğu alaylar getirdiler. Bu alaylar ve Ermeni çetelerinin yaptığı katliam o kadar büyük oldu ki İngilizlerin de baskısıyla Fransızlar bu Ermeni alaylarının bir kısmını Mısır’a göndermek zorunda kaldılar. Ama artık iş işten geçmişti. Çünkü bu sırada mantar gibi her yerde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Kuva-yı Milliye birlikleri kurulmaya başlanmıştı. Buna rağmen Fransızlar akıllanmayınca, şehirler topyekûn ayaklanıp Fransızlarla savaştılar.
Bu durum, Fransızların ve Yunanlıların doğru dürüst bir hazırlık ve planlama yapmadan sefere çıktıklarını göstermektedir. Ayrıca, kesin sınırları belirlenmiş doğru dürüst bir hedefleri de olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun, Fransız ve Yunanlıların daha önce işgal ettikleri bölgenin yerli halklarına karşı canlarının istediği gibi şiddet uygulamaları ve bunun herhangi bir tepki görmemesinden de kaynaklandığı söylenebilir. Örneğin, o sırada Yunanistan’da iktidarda olan Venizelos, aşırı milliyetçi ve büyük hırsları olan bir adamdır. Balkan Savaşlarında Yunanistan’ın topraklarını iki katına çıkarmış, Türklere karşı yapılan katliamlar sonucunda ele geçirilen topraklarda nüfus çoğunluğunu Yunanlılar lehine değiştirmiştir. Avrupa başkentlerinde modern, aydın ve etkileyici bir kişilik ve büyük bir devlet adamı olarak kabul edilen Venizelos’a ve Avrupa medeniyetinin kaynağı olarak kabul edilen Yunanistan’a soykırıma varan bu katliamlar sebebiyle nedense hiç kimse bir şey söylememiştir.
Ama 1912-1914 arasındaki dünya ile 1919’daki dünya tamamen değişmiş durumdadır. Üstelik Balkanlarda katledilen Türklerin çekilip hayatlarına devam edebilecekleri bir Anadolu vardır. Ama Anadolu’ya çıktıklarında halkın önünde sadece iki seçenek kalmıştır. Ya tepkisiz kalıp katledilecekler veya silaha sarılacaklardır. Çünkü gidebilecekleri bir başka vatan kalmamıştır. İkincisinde hayatta kalma şansları vardır ama birincisinde bu şansın olmadığını Balkan Savaşı sonrasında yaşananlardan bilmektedirler. Bu sebeple halk İzmir katliamından sonra hemen silaha sarılmaya başlamıştır. Bunu anlayamayan Venizelos, büyük bir zafer vaadiyle harekete geçirdiği ülkesini büyük bir felakete sürüklemiştir.
Bu anlattıklarımızdan şu sonuç çıkmaktadır. Eğer bir istila harekâtı yapacaksanız, çok iyi bir planlama yaparak yola çıkmalısınız. Bunu yapamadıysanız, yerel halkı kazanmaya çalışmalı ve hedefinizi sınırlamalısınız. Halkı kazanmaya çalışmazsanız, halk direnecek ve sürtünme katsayısı sizin hiç tahmin edemeyeceğiniz kadar artacaktır. Bu da başarısız olacağınızı garantileyecektir. Burada yeterli kuvvet konusu da önemlidir. Yunanlılar İzmir’e bir alayla çıkmış ve sonra kuvvetlerini bir Tümen’e çıkarmışlardır. Bu kuvvet çok yetersizdir ve Bergama’da bir Yunan taburuna yapılan taarruz sonucunda bu taburun dağılmasında olduğu gibi istila kuvvetinin güçsüzlüğü direnişi artırmıştır. O yüzden, eğer gücünüz kısıtlıysa, düşmanlarınızı artırmamaya özel bir gayret sarf etmeniz gerekir.
Fransızlar da benzer bir hata yaparak Mersin’den Urfa’ya kadar olan bölgeyi bir tümen kadar birlikle işgal etmişlerdir. Bu birlik bu bölgenin sadece il merkezlerine hâkim olmak için bile yeterli değildir. Üstelik işgal ettikleri toprakların halkı, Afrika ve diğer bölgelerdeki sömürgelerin halkı gibi kabile hayatı yaşayan bir halk değil, binlerde yıllık devlet geleneği olan savaşçı ve kolay organize olabilen bir halktır.
İyi bir planlama için en önemli husus gerçekçi bir hedef belirlemektir. Hedefiniz gücünüzle orantılı olmalıdır. Eğer değilse gücünüzü artırmak için zaman kazanmaya yönelik bir strateji uygulamalı ve kazandığınız zaman içinde yeni güç oluşturmalısınız. Bunun mükemmel bir örneği Millî Mücadele’dir. Amasya Tamimi ile Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına bakmak bunu anlamak için yeterlidir. Bu kararlarda belirli bir siyasi ve coğrafi hedef belirlenmiş, buna Misak-ı Milli denmiş, bu karar Meclis-i Mebusan tarafından da kabul edilmiş ve tüm strateji bu hedefi ele geçirmek üzerine kurgulanmıştır. Bu kararlar alındığında elde mevcut kuvvetler bu hedef için yeterli değildir. Bu sebeple Kuvayı Milliye birlikleri ile düşman ilerlemesi durdurulmaya veya yavaşlatılmaya çalışılmıştır. Bunun için arazinin askeri coğrafya açısından değerlendirmesi doğru yapılmış ve Anadolu Yarımadasının arazi derinliği en uygun şekilde kullanılmıştır. Bu sayede kazanılan zaman içinde ordu yeniden güçlendirilmiştir. Belirlenen hedef Büyük Taarruz ile ele geçirilince de durulmuş, maceraya girilmemiştir.
Ama Yunanlılar bunun tam tersini yapmışlardır. Belki de en büyük hataları belirgin bir hedefleri olmamasıdır. Venizelos Yunanistan’ı iki kat büyüteceğini söylemiştir ama nereleri alacağı konusunda tam bir netlik yoktur. Dört penceresi dört denize bakan bir saray yapacağını iddia etmiştir. Yani Karadeniz, Marmara, Ege-Akdeniz ve Adriyatik denizine sınırları olan bir Yunanistan’dan bahsetmektedir. Ama bu hem sınırları kesin olarak belirlenmiş hem de gerçekçi bir hedef değildir. O zamanki Yunan nüfusu ülkedeki Yunanlı olmayan unsurlar dahil dört milyon civarındadır. Bu nüfus ile bu kadar geniş bir bölgeyi kontrol edebilecek bir ordu kurulması mümkün değildir. Yunanistan gibi fakir bir ülke ekonomik olarak da bu hedefi desteklemekten çok uzaktır.
Öte yandan İstanbul’u yapacağı sarayın merkezi olarak belirlemesi de tamamen hayal aleminde yaşadığını göstermektedir. Farz edelim ki bir mucize yaratıp İstanbul’u alsaydılar bile buna müttefikleri olan İngiltere ve Fransa da dahil hiç kimse müsaade etmezdi. Nitekim 1922’de Hacı Anesti Trakya’daki ordusunu İstanbul’a doğru ilerletmeye başladığında Fransız askerleri de Türk askerleri gibi mevziiye girip Yunanlıları ateşle karşılamaları için Türk birliklerine izin vermiştir. Üstelik en büyük destekçileri olan İngilizler bile geri dönmelerini söylemiştir.
Hedefi yanlış belirlerseniz stratejinizi de doğru belirleyemezsiniz. Üstelik Yunanlılar sanki Türkler “Gelin bizi rahat rahat öldürün.” diye bekleyecekmiş gibi doğru dürüst bir strateji de uygulamamışlardır. Hedefleri olabildiğince çok toprak ele geçirmektir. Ama ne kadar çok toprak ele geçirirlerse geçirsinler zafer kazanamamışlardır. Çünkü Clausewitz’in de dediği gibi savaşta amaç düşmanın savaşma azim ve iradesini kırmak olmalıdır. Bunun için de düşmanın ordusunu imha etmek öncelikli hedeftir. Yunanlıların 1919, 1920 ve 1921 yıllarında yaptıkları taarruzlar kuşatma manevralarından, yani Türk birliklerini tek bir darbede yok etmeye yönelik harekatlardan ziyade geriye sürmek ve bir kısım toprak ele geçirmekten ibaret kalmıştır. Kuşatmayı Kütahya-Eskişehir ve Sakarya Muharebelerinde düşünmüş fakat uygun şekilde uygulayamamışlardır. Dolayısıyla Türk tarafı ne olursa olsun barışa yanaşmamıştır.
Yunanlıların hataları bu kadarla da kalmamıştır. Lastik örneğinde olduğu gibi yol seçiminde de hata yapmışlardır. Zaten yetersiz birliklerle İzmir’e çıkmış olmalarını dikkate almadan Anadolu içlerine üç mihverden birden ilerlemek gibi bir hata yapmışlardır. Yol çok olunca sürtünme de artmıştır. Üstelik Aydın istikametindeki demiryolu oldukça kısadır ve yetersiz birliklerle işgal edip katliama başladıkları Aydın’da, daha Türk ordusu ortada yokken Yörük Ali Efe’nin yaptığı taarruza karşı bile direnememiş ve darmadağınık şekilde geri kaçmışlardır. Eğer Yunanlılar İzmir-Afyon demiryolu hattından ve dar bir cephe ile ilerleselerdi durum belki daha farklı olurdu. Ama onlar Balıkesir-Bursa-Eskişehir hattı dahil üç yoldan birden konsantre bir taarruz yapmaya kalkmışlardır. Bununla da yetinmeyip Ayvalık’tan İzmir güneyine kadar uzanan çok geniş bir cepheden yetersiz toprak yolları da kullanarak ilerlemeye çalışmışlardır. Hareket ettiğin, yani temas etiğin yüzey ne kadar genişlerse ve bu yüzey ne kadar pürüzlüyse sürtünme de o kadar artar.
Böyle bir yolda hareket eden Yunanlıların lastiklerinin, yani personelinin kalitesi de iyi değildir. Yunan ordusunun en küçük bir direnişte çoluk çocuk demeden katliam yapması birliklerin disiplinden, nizamdan, intizamdan uzak olduğunu göstermektedir. Yunanistan 1. Dünya Savaşı’na girmediğinden ordusu çok küçüktür. Anadolu seferi başlayınca hızla ordularını büyütmeye başlamışlardır. Kabak bile üç ayda yetişirken bu kadar hızlı bir şekilde doğru dürüst bir ordu kurulamayacağı açıktır. Üstelik bu ordu, Balkan Savaşı’nın kolay zaferlerinden başka hiçbir askeri başarıları olmayan subay ve generaller tarafından idare edilmektedir. Öte yandan orduda siyasi çatışma vardır. Kralcılar ve Venizelosçular arasındaki mücadeleden dolayı komuta kadroları liyakate göre değil sadakate göre doldurulmaktadır. Yani malzeme, nereden bakarsanız bakın düşük kalitededir. Halbuki Türk komuta heyeti 1911’den beri neredeyse 10 yıldır aralıksız olarak savaşan bir ordunun her kademesinde görev yapmış ve başarılarına göre yükselmiş kişilerden oluşmaktadır. Bunun yanında çok çetin savaşlardan geçmiş bir subay, astsubay ve asker kuşağı da bulunmaktadır.
Yunan ordusunun teşkilatlanmasında da hatalar vardır. Gidilecek yola en uygun lastiği kullanmak gerektiği gibi harekât icra edilecek bölgenin koşullarına en uygun şekilde teşkilatlanmış bir orduya da gerek vardır. Demiryollarının çok az, kara yollarının da çok kötü olduğu bir ülkede, geniş toprakları ele geçirdiyseniz piyade ağırlıklı bir ordu size sorun yaşatacaktır. Çünkü hızla kuvvet kaydırmanız gereken durumlarda bunu yapamazsınız ve nispi muharebe gücü açısında kesin sonuç noktalarında üstünlük sağlayamazsınız. Yunan ordusu İzmir-Afyon ve İstanbul-Eskişehir demiryollarını kullanmaya çalışmış, diğer bölgelerde ikmal vb. faaliyetlerini kötü yollarda motorlu araçlarla yürütmeye çalışmıştır. Askerlerini cepheye paralel olarak kaydırırken de yaya yürütmüştür. Dolayısıyla istenen yere istenen zamanda birlik kaydıramamıştır.
Halbuki Türk ordusu daha ilk günlerden itibaren büyük süvari birlikleri teşkil etmeye başlamıştır. Yunanlıların savaş boyunca sadece bir süvari tugayı varken Türk ordusu Sakarya’dan sonra süvari birliklerini yeniden teşkilatlandırdığında bir kolordu ve birkaç bağımsız tümen süvari birliği vardır. Bunun yanında atlı piyade birlikleri de bulunmaktadır. Bu sayede Sivas, Yozgat, Marmara bölgesi gibi yerlerde çıkan isyanlara cepheden çektiği süvari birlikleriyle hızla müdahale edebilmiştir. İsyan bastırılınca da bu birlikler aynı hızla geri dönebilmiştir. Ayrıca geri çekilmelerde örtme, savunmada yanların korunması, düşman hazırlıklarını bozucu taarruz, düşman gerisine taarruz ve taarruzda kuşatma kuvveti olarak süvari birliklerini kullanabilmiştir. Takip safhasında ise yaya olarak batıya doğru kaçan Yunan kuvvetlerini Türk ordusu atlı birlikleriyle nefes bile almalarına fırsat vermeden takip etmiştir. Bu sebeple Yunan ordusunun çok az bir kısmı kaçabilmiştir.
Yunanlılar birliklerini uygun yerde, uygun zamanda ve uygun şekilde de kullanamamışlardır. Mesela 1. İnönü Muharebesi’nde yetersiz kuvvetlerle mahdut hedefli bir taarruz yapmışlardır. Halbuki Türk ordusunun yeni teşkilatlanmaya başladığı bu dönemde büyük kuvvetlerle taarruz edebilirlerdi. Üstelik 2. İnönü Muharebesi’nde de birliklerini birbirinden uzaklaşacak şekilde yanlış kullanmışlardır. Büyük taarruzda ise komuta karmaşasından dolayı ihtiyat kolordusunu tehdidin en büyük olduğu bölgeye kaydıramamışlardır.
Yunanlıların belki de en büyük hatası elde ettikleri başarılarından faydalanamamalarıdır. Bu diğer hatalarla birlikte birliklerini muharebe için yanlış tertiplemelerinden ve teşkilatlamalarından kaynaklanmaktadır. Bunun en bariz göstergesi, Büyük taarruz dönemi hariç hiçbir muharebede bir genel ihtiyat teşkil etmemeleridir. Lastik örneğini verirken yolda vida, çivi vb. gibi hesapta olmayan risklerle karşılaşılabileceğini, bu sebeple her araçta bir yedek lastik bulunduğunu, ayrıca bazı araçlarda lastik tamiri için gerekli malzeme bulunduğunu ve yollarda lastik tamircileri olduğunu söylemiştik. Muharebede de durum aynıdır. Her birliğin mutlaka bir ihtiyatı olmak zorundadır. Hatta askeri okullarda okurken bize, muharebenin ihtiyatla kazanıldığı öğretilmişti.
Türk tarafına bakıldığında hemen her muharebede hem her birliğin bir ihtiyatı olduğu, hem de ordu veya cephenin bir genel ihtiyatı olduğu görülmektedir. Bu ihtiyatlar cephenin yarıldığı veya yarılma riski doğduğu anlarda hızla bu bölgelerde kullanılmıştır. Büyük taarruzda da bir kolordu ihtiyat ayrılmıştır. Bu kolordu Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra takip safhasında kullanılmıştır. Yunanlılar ise tam aksine Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde ve Sakarya Meydan Muharebesi’nde genel bir ihtiyat ayırmadıkları için başarıdan faydalanma harekâtı icra edememiştir. Gerçi Yunan ordusu süvari tugayını ihtiyat gibi kullanmaya çalışmıştır ancak bu çok küçük bir birlik olduğundan yeterli olmamıştır.
Yine lastik örneğine dönecek olursak havanın sıcaklığına göre lastik hava basınçlarını ayarlamanın önemli olduğu aşikardır. Bazen daha yüksek basınç, bazen de daha düşük basınç gereklidir. Havaların sıcak olduğu yaz aylarında kış mevsimindeki kadar yüksek basınç kullanılırsa lastik yarılacak veya sıcağın da etkisiyle lastik daha şişkin olacağından yol tutuşu azalacaktır. Bir seferde de aynı şey geçerlidir. Sefer sırasında çatışmasız durumlarda cephedeki asker sayısı azaltılarak birlikler rahatlatılmalıdır. Aksi takdirde sürekli olarak yüksek bir stres altında tutulan birliklerde moral çöküş yaşanacak ve yorgunluk baş gösterecektir.
Millî mücadele sırasında Yunan birliklerinin durumu da bunu göstermiştir. Sürekli olarak hem cephedeki Türk ordusu ile hem cephe gerisindeki Kuvayı Milliye unsurları ile mücadele eden Yunan ordusu, büyük taarruz öncesinde artık moral açısından çökmüş durumdadır. Bunun sonucunda firarlar artmış ve izine veya hastaneye giden askerler (ve hatta subay ve astsubaylar) bir bahane bulup geri dönmemeye başlamışlardır. Zaten gücünden daha büyük bir hedefi gerçekleştirmesi, yani taşıyabileceğinden daha ağır bir yükü taşıması istenen Yunan ordusu, bir de bu sorunlarla yüz yüze kalınca sürtünmesi iyice artmış ve hızla aşınmaya başlamıştır.
Daha önceki yazımızda orduların ilerleyebileceği maksimum mesafenin sürtünmede önemli olduğundan bahsetmiştik. İngilizler Basra’dan 500 km civarında bir mesafe ilerleyince yenilmiş ve Kut’ül Amare’de esir olmuşlardır. Napolyon’un Moskova seferi de Avrupa çıkış mevzilerinden 600 km civarında hezimete uğramıştır. Yunanlılar Fransız ve İtalyanların bu konudaki ikazlarına aldırmadan İzmir’den 500 km kadar ilerlemiş ve Sakarya’da sürtünme yüzünden güçleri tükenmiştir. Bunda zamanca savaşın uzun sürmesinin yarattığı bıkkınlık da etkili olmuştur. Bu sebeple Moltke 1871’de Paris’i ele geçirmesi mümkünken buna teşebbüs etmeyerek durmuş ve ülkesinin siyasi hedefini elde etmeyi başarmıştır.
Eğer Sakarya’da Türk ordusu yenilip Ankara doğusuna çekilseydi bile muhtemelen Yunanlılar yine yenilecekti. Çünkü lastiğin hedefe varıldığında da hala bir ömrünün olması gerektiği gibi orduların da hedefe dinç ve sağlam olarak varması önemlidir. Yunan ordusunun komutanı olan Papulas’ın da bunu bildiği fakat siyasetçilere söz dinletemediği anılarından anlaşılmaktadır. Papulas bu durumu bildiğinden Ankara ele geçirilse bile orada durmayıp lojistik ve siyasi merkezleri imha ettikten sonra Afyon’a geri dönmeyi düşünmüştür. Çünkü Anavatanından ve ikmal üssü olan İzmir’den bu kadar uzaklaşmanın yaratacağı sorunları bilmektedir. Üstelik elindeki kuvvetin Ankara’ya gitmeye gücünün zar zor yeteceğini tahmin etmektedir. Ama elindeki kuvvet, taarruz başarılı olsa bile, doğuda yeniden teşkilatlanacak olan Türk ordusuna karşı Ankara’yı savunacak durumda değildir. Nitekim tahmin ettiği gibi Yunan ordusu Sakarya’da tükenmiş ve taarruz kabiliyetini kaybetmiştir.
Bu hesabı doğru yapan ve iyi uygulayan Türk ordusu, Büyük Taarruz’da aynı duruma düşmemiştir. Türk ordusunun komuta heyeti İzmir’e kadar dinç bir şekilde ulaşmaları ve yeni bir harekata hazır olmaları gerektiğini bilmektedir. Çünkü Yunanlıların Milne Hattı’nda yeni bir savunma hattı tesis etme ihtimali vardır. Eğer bunu başarabilirlerse bu hatta güçlü bir şekilde taarruz edilmesi gerekecektir. Öte yandan Yunan ordusu Anadolu’dan atılsa bile Boğazlar bölgesinde İtilaf Devletleri kuvvetleri ve Trakya’da Yunan kuvvetleri vardır. Bunların atılması için büyük kuvvetler gereklidir. Bu sebeple riski yüksek ama bu amaca hizmet eden bir plan yapılmış, bir kolordu gibi büyük bir genel ihtiyat ayrılmış ve bu ihtiyat biraz geç bile sayılacak kadar uzun bir süre muharebeye sokulmamıştır. Bunun sonucunda büyük kuvvetlerle İzmir’e ulaşan Türk ordusu derhal boğazlara yönelerek İtilaf Devletlerini ve Yunanistan’ı barışa zorlayabilmiştir.
Sonuç olarak sürtünmenin etkilerinden korunarak başarılı olmak için şunlar yapılmalıdır:
Hazırlıksız olarak asla sefere çıkılmamalıdır.
Sefere çıkılmadan önce hedef somut bir şekilde belirlenmelidir.
Bu hedef eldeki kuvvet ile mütenasip olmalıdır.
Eğer aktif kuvvet henüz yetersiz ise potansiyel kuvvete bakılmalıdır. Potansiyel kuvvet zaman içinde aktif hale getirildiğinde hedefi ele geçirmeye yeterli olmalıdır.
Sefer yapılacak bölgenin arazi durumu, ulaştırma imkanları, halkın yapısı vb. hususlar detaylı olarak incelenmelidir.
Ordunun teşkilatlanması bu incelemeye göre yapılmalıdır.
Buna göre harekât çok detaylı bir şekilde planlanmalıdır.
Harekât mümkün olduğu kadar kısa sürede ve az zayiatla başarıya ulaştırılacak şekilde planlanmalıdır.
Bunun için en uygun strateji belirlenmelidir.
Yetersiz birliklerle harekât icra edilmemelidir.
Başarılardan aşırı cesaretlenip hedeften sapılmamalı, hedef ele geçirilince harekata son verilmelidir.
En önemlisi de sürtünmeyi artıracak şekilde yerel halka kötü davranılmamalıdır.
Bunun için halkla mümkün olduğu kadar iyi geçinilmeli, hatta halka kendi devletinden daha iyi davranılmalı ve daha iyi koşullar sağlanmalıdır.
Hits: 72
AFGANİSTAN YAZI DİZİSİ-1
- 23 Mart 2021