
EN SONUNDA BİTTİ
- 11 Nisan 2021
- Güven Kaya
- Başlık; Denemeler
- 24
11.04.2021 / ANAKARA
Değerli okuyucu,
Hep gündemden ya da tarihten, ne bileyim stratejiden dem vuracak değiliz. Ara sıra, çoğu kez göz ardı ettiğimiz ama bizi geren, baskı altına alan, yoran günlük gerçeklerden de söz etmek gerekiyor. Belki böylesi ülke fotoğrafını daha net verir.
En Sonunda Bitti Diye Yazılır Kitap Tanıtımı Diye Okunur
2020 yılının Eylül ayında, nereden estiyse demeyeceğim, öteden beridir yapılanları beğenmediğim ve işçilikleri iyi bulmadığım için “ben bunu yaparım ve altından kalkarım” dediğim ama bir türlü zaman yaratıp girişemediğim bir iş vardı, işte buna başladım… İşin tanımı çok kolay, iki oda arasındaki duvar belirli bir ölçüde yok edilecek, ortaya çıkan yer düzenlenecek ve evin tamamı (251 m²) alçılar gözden geçirilmek, çatlaklar onarılmak kaydıyla boyanacak. Konuşurken ve yazarken çok kolay, değil mi?
İşe başladım ya, engeller çıkacak demektir. İlk engel, bana gayrimenkul danışmanlığının teklif edilmesi ve bunu kabul ettiğimde, o sistemin eğitim programlarına girip gerekli sertifikaları almaktı. Teklifi başımdan savmak için bu işin duayeni olan “By Bilen”e -kendileri kardeşim olur- sormak amacıyla, “bir düşüneyim” dedim. Sorduğumda “Onlara ben söyledim, sen başla, ilerisi için lazım olacak, parasını benden kes, hediye ediyorum” yanıtını aldım. Duayen böyle konuşursa dua eden de kabul eder diyerek kafayı giyotine uzattık. Adama bak, hediye ediyor. Hey adamım, biz astlardan hediye kabul etmiyoruz. Akabinde eğitimler ve sınavlar başladı derken ilk sertifikayı cebe koydum. Oysa ben o gün o gayrimenkul ofisine arkadaşım Selim Gürpınar’ı görmek için gitmiştim; başıma gelenlere bakar mısınız?
Bu arada Ekim ayı olmak üzereydi ve bir gün “Çok değerli” bir arkadaşım beni aradı ve “Ben bir sözlük yazdım, bunu sen basacaksın” dedi. “Ulan” dedim içimden “bomboş oturur, ne yaparım diye düşünürken hiçbir şey gelmez, elime bir iş aldığımda alayı sökün eder.” Yayıncılık işinde işler biraz ağır gittiğinden “Olur, emrin olur” diyerek kapıyı araladım. Sanıyorum ki, birkaç ay sonra “al, işte sözlük” diyerek Word ortamında bir şeyler gönderilir… Ben öyle sanadurayım, birkaç gün içinde 100 MB (yüz megabayt)’ı aşkın bir tuğla, hatta göktaşı e-postama (by we transfer) düşüverdi. İş ciddiye binivermişti.
Derken gayrimenkul danışmanlığı için gerekli olanlardan biri olan Mesleki Yeterlilik Belgesi sınavı da kapıya dayandı. Bu sınav “bayağı bir terleticidir” dediler. Sorun değil, ben hep terlerim, alışığım. Hem teorik hem de uygulamalı oluyormuş. En son girdiğim sınavlar hep hayatımla ilgili olanlar olmuştu ve genelde kanlı bitmişti. Kanlı bitenlerde hayati tehlike atlatmamıştım ama kansız bitenlerde neredeyse -kelimenin tam anlamıyla- sıyırmıştım. Sıyırma derken kafayı değil, ölümü… Bir keresinde boynumdaki fuları deldirmiştim ve iyi ki posta gelmedi bu demiştim. Bir seferinde belimdeki şarjörlerde kalmıştı mermiler ve ben bunu karnıma birileri yumruk atıyor diye algılamıştım. Başka birinde ise tam karşımda oturan ve bana bakmakta olan Mehmetçik sırtından yemişti mermiyi. O komandonun mermiye geçit vermeyen bedeni beni, sırt çantası ise onu kurtarmıştı. O olmasa göğsümden yiyecektim. Neyse, konu bu değil. Girdim bu sınava ve belgeyi aldım. Ama bu arada evde işler devam ediyor.
Evde işler devam ederken iki adet “hiç büyümeyen bebek” olan köpeklere de bakıyorum. Şanslı -kod adı Aptal Sarışın- kendi yaşı ile beni geçti ve neredeyse anam yaşına geldi, on yıldır benle. Diğeri -kod adı Tehlike- Bücür Mantar ise tüm yaramazlıkları sergiliyor. Bir de bunlar iyi acıkıyor, aç kurt gibiler. Hele Tehlike, tam bir yemek manyağı, bir mandadan daha fazla yiyebilir. Şanslı geldiğinde 3-5 günlüktü ve çöp konteyneri kenarında bulunmuştu. Şimdi iki yaşında olan Bücür Mantar geldiğinde ise yaşına yaklaşmaktaydı ve sağlamından bir distemper (gençlik hastalığı) ile boğuşmaktaydı. Bu arada köpek saldırısında postu çizdirmiş ve yara iyileşmek üzereydi. İsmine kaynaklık eden mantar hastalığını ise daha sonra fark etmiştim. Hastalığın iyileşmesi uzun sürünce uyuzdan da şüphelendim ve hayvan hekimi olan kardeşime sorarak uyuz tedavisine de giriştim. Şimdilerde tüyleri bir kadifeden daha yumuşak oldu ve okşadıkça okşamak istenilen kıvama geldi. Bu arada ben evde yokken evde olanları ısırır hale de geldi, laf aramızda…
Ekim ayının ilk haftası yazar arkadaşım, beni arayarak “ben bir maddi destekçi buldum, onun yetkilisi seni ne zaman arasın” diye sordu. Ben de “Yarın 10.00’dan evvel aramasın” dedim. O da bunu karşıya olduğu gibi aktarmış ve onlarda “bu adamı istediğimiz zaman arayamıyoruz” algısı oluşmuş. Bilgisizlik böyle bir şeydir ama üzerinde konuşulmaya değmez.
Her gün, en geç, saat 04.00’de kalkarım. Bunun maksadı kendi iki kızımı evin karşısındaki parkta serbestçe gezdirmektir. Çünkü insanların neredeyse tamamı, nereden kaynaklandığı çok açık olan bir korku yüzünden, köpeklerden korkuyor. O saatte ortalıkta kimse olmadığından çıkıyor ve geziyoruz. Bu arada tam dokuz yıldır bakmakta olduğum, sayısı şu anda üç olan, sokak köpeklerine de yemek veriyorum. Tüm parkı altı kişilik çete halinde geziyoruz. Güvenlikçiler bile “Abi sen çıktığında kendimizi çok rahat hissediyoruz” diyorlar.
Dönüşte uyku basana kadar çalışıyorum. Öncelikle ağırlık basıyorum ya da uzun mesafe yürüyüşlerim için sert zeminde yüksek tempolu yürüyüşüm oluyor. Sonrasında ise yazı, çizi ya da okuma eylemleri oluyor. Uyku gelirse yatıyorum, gelmezse güne devam ediyorum. Ama her hal ve şartta insanlarla görüşmem normalde 14.00 ya da en erken 13.00’de oluyor. O günlerde sporu kaldırdığımdan saat 10.00 söylemini rahatlıkla yapabildim. Yoksa normalde 14.00’den evvel olmaz. İşte o -bilgisiz ve algısı bozuk- ilgili bunu kendince değerlendirip kurum içinde saçmış. Öyle ki yönetim kurulu başkanı bile buna alet olmuş.
Görüştük ilgili kişiyle. Yirmi beş bin adet gibi rakamdan bahsetti, fiyat teklifi istedi ve ekledi “Bizimle çalışmak ballıdır, en geç 45 gün içinde ödeme alırsınız…” Ballıdır lafı midemi bulandırdı. Ayrıca benim ticaretimde 45 gün söz konusu bile olamaz. Sözleşmeye böyle bir ödeme süresi giremez. Günümüz ekonomisinin gerçekleri ile düşünüldüğünde, yayıncılıkta tüm malzeme ülkede üretilmeyen kâğıt üzerinden olup € bazındadır. €’nun ise ne kadar değişken olduğu bir gerçektir. Sırf bu süreden bile kurumun soyulduğunu anlamak mümkündür.
Benim gözümde üç fiyat vardır. Birincisi olan “ucuz fiyat”tır. İşi yapan zarar eder ya da hiç kazanmaz ve müşteriye asla faydası olmaz. İkincisi olan “kazandırır fiyat” ise işi yapana kazandırdığı gibi müşteriye de kazandırır çünkü işi yapan o işin arkasında durabilecek durumdadır. Üçüncüsü olan “kazık fiyat” ise her iki tarafa da kaybettirir. İşi yapan müşteriyi, müşteri ise cebindeki parayı kaybeder… Çünkü kimse aptal değildir.
Aslında sonradan anladım ballıdır lafıyla demek istenileni. Hep kendi yandaşlarına iş yaptırmışlar ve çok yüksek fiyatlar geçilmiş. Siz bunu geçirilmiş diye okuyabilirsiniz.
Onların istediği gibi beş, on, on beş, yirmi ve yirmi beş bin adet için fiyat verirken bir de üç bin için fiyat verdim ve boğuşma başladı. Sonuçta tekliflerinde olmayan ama benim teklife dâhil ettiğim rakam üzerinden gitmek istediklerini söylediler. Boğuşmanın temelinde ilgili kişinin işi bana yaptırmama isteği vardı. Bu arada yazar ön alarak bana on yıllığına bir sözleşme imzalayıp göndermesin mi? Böyle bir sözleşme yayıncının işine gelir ama sözleşmeler bu şekilde yapılmaz. Yapılırsa sömürüye girer ve ben orada değilim. Bunun da nedenini öğrendim. Daha evvel bu ilgili kişinin eşi, bir eser için yazardan on yıllığına bir sözleşme almış ve yazar şimdi bunu onlara anımsatıyor ve ekliyor “Eğer ben bu işten kendimden ya da sizden kaynaklanan bir nedenden dolayı vazgeçersem yayıncıya şu kadar para vermek zorundayım.” Böylelikle hem kendini hem de onları bağlıyor. Yazar sözleşmesine karşı durmadım bu nedenle.
Bundan bir sonuç alamadıklarında ise yazara “Gidip bir matbaaya bastırsaydınız ya” demiş o ilgili kişi. İşte bir akademik esere baktıkları göz de burada kendini açık ediyor. Yazar ise “Siz bana bir yayınevi ile anlaşın, size değil yayınevine ödeme yapılır demediniz mi” diyerek lafı ağzına tıkayıvermiş.
Bu süreç Ekim ayı sonuna kadar devam etti. Süreç içinde evde kesilmesi gereken duvarı kestim. Bildiğiniz kesme işi, kırmak yok. Güncel öz Türkçesiyle “kesme in, kırma out.” Tilkikuyruğu denen alete takılan çok pahalı bir uçla (karpit), duvarı dümdüz bir şekilde, lokum kalıpları gibi kesip çuvalladık ve arabaya yükledik. Kesen ben, çuvallayan ve arabaya götürüp kalıp kalıp dizen ise akademisyen oğlum, ekibe bakar mısınız? Öyle yok, akademisyenim diyerek kaytarmak yok, hem kafa basacak hem de beden çalışacak… Tüm onarım ve boya işi de bitti Ekim sonuna kadar. Tek kişilik ordu ile bu kadar zamanda olur. Beğendim mi? Beğendim.
Tam iki ay sonra Aralık ayında dönüp “tamamdır, sözleşmeyi hazırlayın” dediler. Sözleşmeyi hazırladım. Sözleşmede ana fikrim şu şekildeydi: 45 iş gününde -dikkat gün değil, iş günü- Ankara teslim, yarı fiyatın ön ödeme olması yoksa işe başlamama ve iş bitiminden sonra beş iş günü ya da yedi günde kalanın ödenmesi.
Normalde usul nedir? Sözleşme imzalanır ve sözleşme gereği olarak kim ne ile yükümlüyse onlar sırasıyla gerçekleştirilir. Sözleşmeyi gönderdim Aralık ayı içinde. Eserin üzerinde ve içinde olmasını istedikleri logo kullanımı, kurumsal önsöz ve reklam eklemek istediler ve bunun üzerinde biraz görüş alışverişinde bulunduk. Derken sessizliğe gömüldüler. Yazar kendinde sorumluluk hissettiğinden dolayı, konu hakkında beni ara sıra bilgilendirdi.
Anladığım kadarıyla, kurumun yönetim kurulu başkanı, olanlardan rahatsız olmuş ve hatanın nereden kaynaklandığını görmüş olmalı ki, işin akış sürecinde, kontrol mekanizmalarını daha sağlama almak için devreye “o ilgili kişinin” bağlı olduğu müdürü de koydu. Müdür beni aradı ve işlerin benim çizdiğim yolda yürütüleceğini söyledi. Bu iyiydi. Çünkü sadece bir devlet kuruluşuna iş yapmıyorum, KOSGEB ve AB gibi birçok yere de iş yapıyorum, ayrıca devletten gelen biriyim. O ilgili kişiyi ve onun üzerinden maliyecilerini usul yönünden yapılan birçok hatada uyarmış ve doğruyu işaret etmiştim ama anlamadığını ya da anlatamadığını görmüştüm. Yandaşlık böyle bir şey olsa gerek.
Derken bir gün toplam rakamın yarısı olan ön ödeme geliverdi. Ancak sözleşme ortalık yerde yoktu. O parayı bir süre şirket hesabında boşta tuttum. Çünkü sözleşme imzalanmadan o parayı, usul ve esas anlayışıma ters olduğundan, harcayamazdım. Bu arada yayınevinin sorumluluğunda olan editörlük, redaksiyon, yazım hataları düzeltisi, kapak tasarımı, sayfa düzeni gibi konulara ön ödeme gelmeden dalmıştım. Çünkü kavramların büyük bir kısmı İngilizce ve üzerinde durulması gerekiyor; böylelikle çok sayıda Amerikan-İngiliz lojistik sitesine girdim, çıktım. Her yazara eseri, çocuğun anaya göründüğü gibi görünür. Yaptığı her şey doğrudur ve düzgündür, kendince. Bir uyarıyı kendine hakaret gibi algılar. Bunu kendi açımdan aştığımı düşünüyorum çünkü hata bulunduğunda “Lan oğlum, editör ve redaktör ne demeye var? Her şeyi düzgün yapalım da adamlar aç mı kalsın?” diyorum. Bunu her yazar söyleyemez. Belki ben de söyleyemezdim ama yayıncı olunca bakış açısı değişiyor.
Beklenen sözleşme onayı geldi. Ama neredeyse ilk gönderimden iki ay sonra gelmişti. Kendime temel olarak sözleşmenin imzalandığı tarihi aldım. Bu da iş teslimini 15 Nisan 2021 olarak yapıyordu. Bu işte bizi zorlayacak olan, çok ağır olan esere (kiloca), sıvama cilt olan kapağın takılması kısmıydı. Buna üç hafta ayırmıştım ama iki hafta yetti.
Bu arada Gayrimenkul Yetki Belgesi almam gerekti. Bu iş için de Mesleki Yeterlilik Belgesi yeter diye biliyorduk ve zaten öyleydi. Ama sanırım, devletin kasası boşaldığından daha yetersiz bir belge olan “Emlak Danışmanlığı ve Taşınmaz Ticareti” belgesi istendi. Bu da yüz eğitim saati alan bir süreçti. Bu da aradan çıkarıldı, hem de tam puanla. Bu iş için Gedik Üniversitesi kullanıma sokulmuş. Şimdi sırada Eğiticinin Eğitimi var. Bundan sonra iki sınav daha var. Eğitimi bitirdim ama sınavlara girmedim. Bunlar nereden çıktı bilmiyorum, benle birlikte başvuranlara sadece yukarıdaki çıkmışken bana fazladan gelenler oldu. Sanırım patron olduğumu onlar da anladı. Patronluk böyle bir şeydir, kendini hissettirir…
Yetki belgesi için şirketin amaç ve konularında gayrimenkul danışmanlığının da olması gerektiğinden, şirketin konu ve amaçlarında bir değişiklik zorunluydu. Bu değişikliğin yanında şirketin adını da değiştireyim istedim. Aklı çalışan herkes tüm bunların üretmek ve istihdam yaratmak isteyenden para gasp etmek üzere tasarlandığını anlar. Ad, konu ve amaç değişikliği yapılarak mevcut olanlara gayrimenkul danışmanlığı ile otomotiv de eklendi. Keyfiyetin bu olduğu, yine online olarak, bağlısı olduğum vergi dairesine bir dilekçe ve ekinde yeni ticaret sicil gazetesi ile başvuruldu. Vergi levhasında yeni unvan görüldü, çıktısı alındı.
Akabinde Yetki Belgesi için Ticaret Bakanlığına online olarak başvurdum. Ertesi gün olumsuz yanıtı geldi. Gerekçe çok komikti; Ankara Ticaret Odasından (ATO) alınan faaliyet belgesinde gayrimenkul danışmanlığı için gerekli olan NACE kodunun yazmaması, reklamcılıkla ilgili olanın yazmasıymış. Bre bilgisizler; bu şirket, belirtilen konulardan üçünde eylemli olarak çalışıyor, hatta konusu olmamakla birlikte dışalım da yapıyor. Bunlardan sorumlu olan devlet kuruluşları da ilk ben miyim diye soruyor bir genç kız saflığıyla ya da kepçe kulaklı dişlek oğlan acemiliğiyle. Yayıncı sertifikasını yenilemek için online başvuru esnasında da “yayıncılık birinci sırada mı” sorusu gelmişti. Soruyu doğru sormamasına rağmen ben onu anlamıştım ve evet demiştim. Yalan değil. Şirketin tanımında ilk sıradadır Yayın konusu. Siz devlet görevlileri, bunun ne manaya geldiğini bilmiyor musunuz? Aynı anda alınan üç ayrı faaliyet belgesi, üç ayrı vergi levhası demek değil midir? Şirketin yedi tanımı var ve yedisinde de aktif olduğunda yedi ayrı faaliyet belgesi ve vergi levhası anlamı çıkıyor. Pek tabi ki böyle bir uygulama yok ama bu zihniyet böyle davranıyor. O zaman nerede bununla ilgili yasa? Devlet ve kurumları ne kadar sığ adamların eline kalmış böyle! Hiçbir şekilde bir yere gidemez devlet ve kurumları. Çünkü resmen toplumun içinde barınamayanlar işbaşı yaptırılmış ve yasalar bu kafalardan ürüyor. Sorun bu kadarla da kalmıyormuş, daha göreceğimiz gerideymiş.
Tarih 30 Mart 2021 gününü gösterdiğinde bir TIR dolusu eseri, matbaadan yükledikten sonra, destekçi kurumun teslimini istediği adrese götürüp yazar ile birlikte gerekli kontrolleri yaparak kurumun yetkilisine teslim ettik. Sorumlu kişi bizi çok iyi ağırladı, harika bir insan.
Üzerimden çok büyük bir yük kalkmıştı. O gece çok rahat bir uyku çektim. Her zamanki saatte kalktım, her zaman ağrıyan bedenimde hiç ağrı yoktu. Kızlarımı gezdirdim, üç sokak canavarını besledim, uzun uzun sevdim okşadım. Onları her gördüğümde gözlerim güler. Eve döndüğümde doğrudan yatağa girdim ve kızlarımı da yanıma çağırdım. İkisi de yorgan altına girmesin mi? Şanslı dayadı sırtını belime, uzattı kendini boylu boyunca. Tehlike ise bacaklarımı fırınlama işini üzerine aldı. Kalktığımda yine ağrıyan yerim olmadığı gibi yorgun ve gergin de değildim. Bu süreç beni çok gerdi, yordu ve sinirli yaptı. Çünkü mide bulandırıcı o kadar çok olay oldu ki anlatamam. Kısa olsun diye burada özetin özetini geçtim.
Sıra geldi fatura kesmeye. Faturayı 1 Nisan 2021 günü keseyim, böylelikle senenin ilk üç ayına geçici vergi çıkmasın, çıkıyorsa da az çıksın diye düşünmüştüm. O sabah girdim İnternet Vergi Dairesine (İVD). Faturayı kestim, onaya gönderdim. Onaylandı geldi ve çıktısını aldım. Bir de ne göreyim? Eski nam ve konularla görünüyor başlık. Oysa vergi dairesine bildirdik ve vergi levhasında görüldü, çıktısını da aldık. Vergi levhasında görünüyor ama o vergi levhasında olan bilgilere kaynaklık eden faturada görünmüyor. Gülünç, değil mi? Tam burada aklınıza ne kadar yakası açılmamış laf gelirse edebilirsiniz, serbest. Bre bilgisiz yetkili; İVD’yi bana dayatan sensin, aha da buradan keseceksin faturanı diyen sensin, ne kadar bilgim varsa oraya aktaran sensin, değişiklik olduğunda bildir diyen sensin ama o bilgileri gerekli yerlere aktaramayan yine sensin. Söyle bana sen nesin, kimsin? Ben söyleyeyim: Vatandaşın vergileriyle ayakta kalansın ve vatandaşa karşısın. Ne iş bu iş?
Bu gibi bilgi girişleri için bir giriş paneli olur ve o panele girilen bilgiler tuşa basıldığında ait oldukları ne kadar yer varsa gider yerleşir ve iş bir çırpıda biter. Bunların tasarımında bu yok, çünkü tasarlayanda ve buna onay verende o akıl yok. İş başa düştü diye girdim İVD’ye ve hercümerç ettim, buldum yerini, dilekçeyi gönderdim. Değişti mi? Yok! Nasipse pazartesi veya ertesinde değişecek.
Olaylar kendi haline bırakılsa ve parmaklanmasa (manipülasyon değil) en geç iki ay içinde ortaya çıkabilecek ama altı ayda ortaya çıkan eser hakkında bilgi vermem gerekirse; A4 boyutunda, tamamı renkli, sıvama kapak, 80 gr beyaz kağıt, 3200 gr ağırlığında, 6,5 cm kalınlığında küçük bir cep kitabı. Konusu küresel kullanımda olan Lojistik Kavramların açıklanmasıdır. Adam öldürmek isterseniz bunu kafasına fırlatmanız yeterlidir.
Bu yıl ilk iş olarak kendi eserlerim üzerinden gitmeyi planlıyordum. Değerli arkadaşım için araladığım kapıdan beş adet eser daha girdi ve onları aradan çıkarmalıyım. Benimkiler bir başka bahara ya da ikinci bahara kaldı gibi… Canı sağ olsun.
Size kısa bir “Ülkem hali” sundum, dertlenmek serbest.
Hits: 225
AFGANİSTAN YAZI DİZİSİ – 2
- 5 Nisan 2021
Yunanlı Bakanın Söyledikleri ve Asıl Gerçekler
- 17 Nisan 2021