
AFGANİSTAN YAZI DİZİSİ – 7
- 18 Haziran 2021
- Dr. Burhanettin Şenli
- Başlık; Makaleler
- 3
- Facebook0
- Twitter0
- WhatsApp15
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
UNUTULAN BİR KAHRAMAN; ABDURRAHMAN PEŞAVERİ
TBMM Hükümetinin İlk Yurtdışı Temsilcisi ve Anadolu Ajansı’nın İlk Çalışanı
Abdurrahman Peşâverî (Samadanî) Anadolu Ajansı’nın ilk personeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk büyükelçisi oldu. Eve dönmesi için kendisine yalvaran annesine: “Anadolu işgal altındayken dönemem!” diyerek izin istedi. Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Birkaç kez yaralandı. İstihbarat faaliyetlerinde bulundu. Tarihte unutulan bir kahramandır.

Abdurrahman Peşâverî, (Peşaverli Abdurrahman Bey veya Abdurrahman Samadanî olarak da bilinmektedir.) 1886’da Peşaver’de doğmuştur. Peşaver o dönemde Britanya sömürgesi olan Hindistan’ın Kuzey-Batı Sınır Eyaleti’nin başkentiydi. Günümüzde Peşaver, Pakistan’ın Haybet-Peştunya Eyaleti’nin başkentidir. Babası, 1880’de Keşmir’den Peşaver’e göç etmiş zengin bir müteahhit olan Gulam Samdani’ydi. Samdani servetinin büyük bir kısmını Peşaver’deki iki camiye vakfetmişti. Küçük Abdurrahman, 12 kardeşi gibi iyi bir eğitim almıştı. İlk ve orta tahsilini Peşaver’de tamamlamış, lise eğitimi için Hindistan’da Aligarh Özel İslam Okulu’na (Okul 1910’da kolej -üniversite- düzeyine yükseltilmiş, 1920’de de Aligarh Müslüman Üniversitesi adını almıştır.) gönderilmişti. Keşmirli bir aileye mensup olduğu için beyaz tenli olan Peşâverî güreşe meraklıydı. Osmanlı tarihini okumuştu. Türklere duyduğu hayranlık ve sevgiden dolayı kardeşleri kendisine “Türkî Lala” (Türk Ağabey) diye hitap ederlerdi. (Semanur Ercan, a.g.e.)

Ekim 1912’de Birinci Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine Hint Müslümanları “Hilal-i Ahmer Cemiyeti Türk Yardımlaşma Fonu” teşkil etmişler, bu fona tüm Hindistan’dan Müslümanlar yoğun ilgi göstermişlerdi. Aligarh İslam Koleji öğrencilerinin yemeklerden tasarruf ettikleri paralarını yardım fonuna vermeleri üzerine zamanın İngiliz Valisi Sir James Meston bizzat Aligarh’a gelerek buna engel olmak istemişse de Peşâverî’nin liderlik ettiği öğrenciler kendisini dinlememişlerdi.

İslâm birliği müdafilerinden Cemaleddin Afganî, Muhammed İkbal, Abdurreşid İbrahim ve Abdülaziz Çaviş, Abdurrahman Peşâverî’nin içinde yetiştiği çağı etkilemiş, onun düşünce ve eylemlerine katkı sağlamıştır.[1]
İngiliz işgali altındaki Hindistan’da Müslümanlar Osmanlı’ya gönülden bağlılıklarıyla bilinirdi. Hindistan Müslümanları Peşaver’de Afgan, Kalküta’da Al-Hilal, Delhi’de Comrade, Lahor’da Zamindar gazeteleri ile 1. Balkan Savaşı’nın bütün ayrıntılarını takip ediyorlardı. Cepheden gelen haberlerde Balkanlar’da Müslüman Türk ahalinin Bulgar ve Sırp çeteler tarafından katledilmesi Müslümanları galeyana getirmişti.
Hindistan’ın eğitim seviyesi en düşük eyaleti olmasından dolayı Hayber-Peştunya’da çok az kişi gazete okuyabiliyor, bu sebeple halk dükkân ve “hujra” denilen kahvehanelerde toplanıyor ve buralarda okunan gazeteleri ağlayarak dinliyordu. 1913’te Edirne’nin Osmanlı ordusu tarafından Bulgarlardan geri alınması öyle bir sevinç kaynağı oldu ki bütün şehir kandillerle aydınlatılmıştı.
1911’deki Trablusgarp Savaşı sırasında Hint Müslümanları gerek basında yazılar yazarak gerekse başlattıkları yardım seferberliği ile Türk halkına destek olmuşlar, Trablusgarp şehit ailelerine verilmek üzere topladıkları paraları Türk Kızılay’ına ulaştırmışlardır. Peşâver’de yaşanan hayret verici iki örnek ise İngiliz kayıtlarına dahi geçmiştir. Bunlardan ilki, yirmi yaşındaki Gulam Muhammed ve yirmi bir yaşındaki Gulab Dîn isimlerindeki iki gencin, çok fakir olmaları ve verecek hiçbir şeyleri olmaması sebebi ile kendilerini satışa çıkarmalarıdır. Bu iki genç, kendileri için verilecek paranın Türk Kızılayı’na gönderilmesi karşılığında bütün yaşamları boyunca köle olmayı ve kendilerini satın alan kişiye hizmet etmeyi vaat etmişlerdir. Diğer olayda ise Peşâver’de yaşayan ve verecek hiçbir şeyi olmayan bir kadın, dört aylık bebeğini Türk Yardım Fonu’na bağışlamıştır. Açık arttırma ile satışa çıkarılan bebeğe en yüksek fiyatı veren kişiden alınan para anne adına yardım fonuna bağışlanmıştır. Herkesi son derece duygulandıran bu olayda bebeği satın alan kişi onu annesine geri vererek bütün eğitim masraflarını da üstlenmiştir. Hint Müslümanlarının Balkan Savaşları döneminde Osmanlı Devleti’ne yaptıkları yardımlar, dönemin Osmanlı gazetelerinde de geniş yer bulmuş, Osmanlı toplumu Müslüman Hintli kardeşlerinin yardımlarından haberdar edilmiştir.[2]
Peşâverî İstanbul’a Gidiyor:
Hem toplanan paraların teslimi hem de zorda bulunan Osmanlı ordusuna yardım için Hindistan Hilal-i Ahmer Cemiyeti bir tıbbiye heyetini İstanbul’a göndermeye karar verdi. Hindistan’ın önde gelen Müslüman ailelerinden ve Eyüb el-Ensarî hazretlerinin torunlarından Doktor Ahmed Muhtar Ensarî (Şu anki Hindistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Hamid Ensari’nin büyük amcası) gönüllü olarak Tıbbiye heyetinin başkanlığını kabul edecekti. Gönüllü tıp heyetinde beş doktor, yedi sağlık görevlisi ile on erkek hasta bakıcı yer aldı.

Bu on hasta bakıcının (Abdurrahman Sıddıkî, Gazi Beşiruddin Ahmed, Şuayp Kureyşî, M. Aziz Ensarî, Çavduri Haliquzaman, Manzur Ali, Abdurrahman Peşâverî, Yusuf Ensarî, Hüseyin Şirazî ve Tafazzul Hüseyin) ilk altısı Peşâverî’nin Aligarh Özel İslam Okulu’ndan sınıf ve okul arkadaşlarıydı.
Bombay’dan 15 Aralık 1912’de İtalyan gemisi Sardegna ile hareket eden heyet Aden ve Şüveyş’i geçerek İskenderiye’ye varmış, burada bir Romanya gemisine binmiş ve iki hafta sonra da İstanbul’a varmıştı. Tüm heyet üyeleri yolculuk masraflarını kendileri karşılamışlardı. Peşâverî, babasından izin alamayacağını düşünerek ailesinden gizlice heyete dahil olmuş, hiç parası olmadığından elbiselerini ve kitaplarını satarak yolculuk masraflarını karşılayabilmişti.[3]
Foto 4: Bombay Limanı’nda Sardinya gemisine binmeden önce. Altta sağdan ikinci kişi Abdurrahman Peşâverî. (Kaynak: Semanur Ercan, a.g.e.)
Abdurrahman Peşâverî ve Enver Paşa
30 Aralık 1912’de İstanbul’a gelen heyet Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Başkanı Besim Ömer Paşa tarafından karşılanmış ve Kadırga Hastanesi’ne yerleşmişti. Heyetle beraber Kadırga Hastanesi’nden, cephe hattında yer almak üzere Ömerli’ye giden Peşâverî, hasta bakıcılık görevinin yanı sıra Hindistan gazetelerine düzenli olarak haber gönderiyordu.

Edirne’yi beş buçuk ay kahramanca savunan Mehmet Şükrü Paşa’nın teslim olmak zorunda kalmasıyla 26 Mart 1913’te Edirne’nin Bulgarlar tarafından işgali, heyeti derin bir acıya sevk etmişti.



Peşâverî kız kardeşine gönderdiği telgrafta üzüntüsünü şöyle anlatır: “Sevgili kardeşim, Edirne ellerimizden kaydı gitti. Allah bizleri korusun! Bu menfur hadise karşısında çaresizliğimizi tarif bile edemiyorum. Lakin Takdir-i İlahi’ye kim karşı gelebilir? Hayatı pahasına Edirne’yi savunan Şükrü Paşa’yı tarih daima hayırla yâd edecektir.” Heyet, Enver Paşa’nın talebiyle, Çanakkale’de bir sahra hastanesi kurdu. Peşâverî buradan gönderdiği telgrafta, Çanakkale halkının takdirini kazandıklarını ve kendilerini ziyaret ettiklerini kaydetti ve Türk kardeşlerinden en çok duyduğu cümleyi Türkçe yazarak gönderdi: “Efendim! Hint Hastanesi çok iyi.” Edirne geri alınınca Enver Paşa da heyet ile görüşerek teşekkür etmiş ve heyetteki tüm üyelere imzalı bir fotoğrafını vermiştir.
Foto 8: Enver Paşa’nın Hint Kızılayı üyelerine verdiği imzalı fotoğrafı. (Kaynak: Semanur Ercan, a.g.e.)

Sultan Heyettekilere Tek Tek Teşekkür Etti
Birinci Balkan Savaşı bitince heyet Mayıs 1913’te İstanbul’a döndü. İstanbul’da sanat ve edebiyat dünyasının önde gelenleri ile tanıştılar. Heyet İstanbul’dan ayrılmadan Sultan Reşat tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda kabul edildi. Zor zamanda Müslüman kardeşlerine yardımlarından dolayı teşekkür eden sultan, heyet üyelerine gözyaşları içinde tek tek sarılmış, her birini taltif etmişti. Kabulde yer alan saray mensupları şaşkındı. Çünkü sultanın kabul ettiği insanlara sarıldığı görülmüş bir şey değildi. 1913 Haziran sonunda heyet Hindistan’a döndü. Dönüş yolunda Süveyş’te Rauf Orbay’la tanıştılar. Dr. Ensarî heyetten Hindistan’a dönmeyenler olduğunu, Rauf Bey’den onlarla ilgilenmelerini talep etmişti. Dönmeyenler arasında Abdurrahman Peşâverî de vardı. İstanbul’da yaşananları anbean Hindistan’a bildiren Peşâverî 22 Temmuz 1913’te kız kardeşine şöyle yazmıştı: “Sevgili Kardeşim, Türk Ordusu şükürler olsun Edirne’yi kurtardı. İstanbul’da bayram havası var.”
Afganistan Görevi
Abdurrahman Peşâverî arkadaşlarıyla geri dönmeyerek çok sevdiği Anadolu’da kaldı. İstanbul’a dönen Rauf Bey’in yardımıyla Abdurrahman Peşâverî Harp Okulu’na kaydolmuş, İstanbul’da başladığı askerî eğitimine Beyrut’ta devam etmişti. Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde teğmen olarak Gelibolu Cephesi’nde savaşmış ve üç kez yaralanmıştı.
1915 sonunda Sultan Reşat, Afganistan Kralı Habibullah Han’a kıymetli taşlarla süslü bir kılıç ile değerli bazı hediyeler göndermek ve Afgan Müslümanlarının desteğini almak üzere Rauf Bey başkanlığındaki bir Teşkilat-ı Mahsusa heyeti görevlendirmişti. Heyete Hasan Atakan, Yüzbaşı Osman Tufan ile Peştuca, Urduca ve Farsça bilen Abdurrahman Peşâverî’yi de dâhil etmişti. Asıl gaye Afganistan’ı İngilizlere karşı savaşmaya ikna etmektir.
Bu sırada Basra’yı işgal eden İngilizler, İran’da heyetin yolunu kesmişlerdi. Bunun üzerine Abdurrahman Peşâverî, Afganistan’dan karayolu ile hacca gitmek isteyen fakat yolun bu şekilde kesilmesinden dolayı İran hududuna yakın bir yerde toplanmış olan bazı Afganlıları silahlandırarak bir kıta haline getirdi. Sınır hattında önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak heyetin esir düşmesine engel olmuş, kendisi de yaralanmıştı. Bu hadiseler üzerine heyet geri dönmek zorunda kaldı.
İstihbarat Görevleri
Birinci Dünya Savaşı döneminde Peşâverî’nin resmî görev ve yetkilerinin epey geniş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kendisine 9 Ocak 1918 tarihinde askerî ve yasaklı mıntıkalara girebilmesi için izin belgesi verilmiştir. Ayrıca istihbarat görevleri için çok sayıda ülkeye gitmiştir. Hint Kızılayı ile ülkesine dönmeyerek İstanbul’da kalan Peşâverî Türk Ordusu’na katılarak İslâm’a hizmet misyonunu bu şekilde yerine getirmeye çalışmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında yurt içi ve yurt dışında birçok görevde bulunmuştur. Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olan gizli görevlerin yanı sıra cephelerde de bulunarak birkaç defa yaralanmış ve savaş süresi boyunca Türk devlet ve milletine hizmet etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda galip devletlerin Osmanlı Devleti’ne ödetmek istedikleri ağır bedeller Millî Mücadele’yi tetiklemiştir. Geç Osmanlı döneminin önde gelen asker, devlet adamı ve aydınlarının öncülüğündeki bu mücadelede Abdurrahman Peşâverî de aktif bir rol üstlenmiş, başlangıçta Millî Mücadele’nin iki numarası sayılabilecek olan Rauf Orbay’la birlikte hareket etmiştir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Rauf ORBAY, Cehennem Değirmeni Siyasî Hatıralarım)
Abdurrahman Peşâverî’nin İstiklal Harbi dönemindeki faaliyetlerini görebilmek için Rauf Orbay’ın bu dönemdeki faaliyetlerine odaklanmak isabetli olacaktır. Rauf Orbay Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında Millî Mücadele’yi örgütleyecek olan İttihatçı askerî elitin bir üyesiydi. Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Refet Bele, Rauf Orbay, Fethi Okyar, İsmet İnönü sık sık bir araya gelerek toplantılar yapmaktaydılar.


Millî mücadele üzerine planlar yapan bu kadro aynı zamanda kurulacak olan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de yönetici kadrosuydu. Bu toplantılar neticesinde Anadolu’da çalışma kararı almışlardı. Heyetten Ali Fuat Konya’ya, Kazım Karabekir Erzurum’a kolordu komutanı olarak tayin edileceklerdi. Mustafa Kemal de ordu müfettişi olarak Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçecekti. Rauf Bey İstanbul’da kalmak istemese de Bahriye Miralayı (Deniz Albay) olduğu için Anadolu’ya tayini mümkün değildi. Bu sebeple de görevden ayrılmaya karar vermişti. Rauf Orbay 27 Şubat 1919’da Bahriye Nezareti’ndeki askerlik hizmetinden istifa etti.
Mustafa Kemal’in Samsun’a giderek Kurtuluş Savaşı’nı başlatmasından hemen önce Orbay’ın da Ege Bölgesi’ne gitmesi kararlaştırılmıştı. Orbay, Bandırma yolu ile Ankara’ya geçecek buradan da Samsun’da Mustafa Kemal’e katılacaktı.
Rauf Orbay, Atatürk’ün Samsun’a çıkışından sonra 24 Mayıs 1919’da yanında Topçuoğlu Nazmi, İbrahim Süreyya, Yüzbaşı Osman Tufan ile eniştesi Bahriye Binbaşısı Aziz Beyler bulunduğu halde İstanbul’dan Bandırma’ya hareket etti. Abdurrahman Peşâverî de Orbay’ın yanındakilerden biriydi.
Ege’deki temaslarından sonra Rauf Bey ve beraberindekiler önce Ankara’ya geçip Ali Fuat Paşa ile buluşacak sonrasında ise Mustafa Kemal’e katılmak üzere Samsun’a geçeceklerdi. Rauf Orbay hatıratında İstanbul’dan yola çıktıkları yukarıda zikredilen isimlerden Topçuoğlu Nazmi Bey’in Afyon’da iken gruptan ayrılarak gelişmeleri bildirmek üzere İstanbul’a gittiğini, geri kalanların ise Ankara’ya geçtiklerini ifade eder.
Ali Fuat Paşa, 1919 yılı haziran ayı başlarında 23. Fırka Kumandanı Kaymakam Ömer Lütfi Bey’den aldığı telgraf üzerine Rauf Bey’in Anadolu’ya geçtiğini öğrenir ve birkaç gün sonra da Rauf Bey ve beraberindeki üç kişiyi karşılar. Bu üç kişiden biri Peşâverli Abdurrahman’dır. Cebesoy, hatıratında Abdurrahman’la ilgili şu bilgileri verir: “Hintli ihtiyat zabiti Abdurrahman Balkan Harbi’nden beri ordumuzda gönüllü olarak muharebelere iştirak etmiş dirayetli ve lisana aşina bir askerdi. Millî Mücadele’de de hizmeti geçmiştir. 1925’te İstanbul’da Ihlamur’da hüviyeti meçhul üç kişi tarafından vurulmuş ve bilahare ölmüştür.”
Gizliliğe oldukça önem verilerek Amasya’ya ulaşan heyet Mustafa Kemal’le buluştuktan sonra Amasya Tamimi yayınlanmıştır. Sivas’taki kongre öncesi Kâzım Karabekir Paşa Erzurum’da bir kongre tertip edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Orbay ve heyeti Mustafa Kemal ile birlikte Amasya’dan ayrılarak önce Sivas’a uğramış, sonrasında Erzurum’a geçmişlerdir. Peşâverî’nin Millî Mücadele döneminde Samsun’a giden ekiple beraber olduğu bu kaynaklarca ifade edilirken bundan sonrası için herhangi bir kaynakta adına rastlanamamıştır. Ancak Sivas Kongresi’ne katılanlar arasında Peşâverî’nin de olduğu Sivas’taki kongre binası önünde çekilmiş olan bir fotoğraftan anlaşılmaktadır. Bu fotoğrafta Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye üyeleriyle beraber Peşâverî de yer almaktadır.

Abdurrahman’ın Millî Mücadele döneminde Mustafa Kemal’in yanında yer alması ve aktif rol oynamasına ilişkin Şahcihanpûrî’nin yorumu, hilâfete gönülden bağlı olan Abdurrahman’ın Sultan Vahdeddin’in İngiliz yanlısı tutumundan rahatsız olduğu ve ülkenin kurtuluşu için Mustafa Kemal’in yanında yer almayı tercih ettiği şeklindedir. Daha önce Enver Paşa aracılığı ile İttihat ve Terakki’ye üye olan Peşâverî Millî Mücadele döneminde ise Mustafa Kemal’in itimat ettiği birisi haline gelmiştir.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ve Heyet-i Temsiliye’nin faaliyetleri ertesinde İstanbul’da son Osmanlı Mebusan Meclisi toplanmıştır.

Rauf Orbay meclistedir ve bu dönemde Abdurrahman da yeniden Orbay’la beraber İstanbul’da bulunmaktadır. İstanbul’un İngilizlerce işgal edilmesi üzerine Abdurrahman İngilizlerin eline düşmemek için bir süre gizlenmiştir. Bu esnada Rauf Orbay Abdurrahman’a haber göndererek İngilizlerin meclisi dağıtmak istediklerini ve gizlice Ankara’ya giderek Mustafa Kemal’in emri altına girmesini söylemiştir. Orbay, hatıratında bu süreçte Peşâverî’den herhangi bir şekilde bahsetmezken aralarında Adnan Adıvar ve Halide Edip gibi bazı isimlerin de olduğu kıymetli insanları işgal döneminde Anadolu’ya kaçırdığını anlatmıştır.
İstiklâl Harbi döneminde, Yunanlıların Ankara’ya kadar geldiği 1921 yılında, Kurban Bayramı münasebeti ile Lahor’da bulunan Padişâhî Mescid’de konuşma yapan Muhammed İkbal, toplanan iki yüz elli bin kişilik kalabalığa şunları söylemiştir: “Dua edelim kardeşlerim, o bayrak, o burçlardan kıyamete kadar düşmesin. İslâm’ın güneşi kararmasın. Allah Müslümanları Hristiyanlara karşı savunan büyük lider Mustafa Kemal’e yardım etsin. İslâm’ın son askerlerini muzaffer kılsın.” Bu konuşma gösteriyor ki İkbal için Türkler, İslâm’ın güneşi ve Türk askerleri de İslâm’ın son askerleridir.
Anadolu Ajansı’nın Kurulması ve Abdurrahman Peşâverî
1919 yılı haziran ayında Amasya’ya geçen Peşâverî Kuva-yı Milliye’nin İngilizce yazışmalarında görev almış, Anadolu Ajansı’nın kuruluş çalışmalarında bulunmuştur.
6 Nisan 1920’de Halide Edip Adıvar ve Yunus Nadi, medyanın önemini fark eden Atatürk’ün talimatıyla Anadolu Ajansı’nı kurduklarında, Güney Asya doğumlu Abdurrahman Peşâverî ajansın ilk muhabirlerinden biri olma ayrıcalığına sahip oldu.
İstiklâl Harbi döneminde, Ankara Hükümeti’nin gayelerini yurt içinde ve yurt dışında duyurmak, halkı olaylardan haberdar etmek ve İstanbul Hükümeti ile işgal kuvvetlerinin propagandalarına karşı koymak maksadı ile Anadolu Ajansı 6 Nisan 1920’de kurulmuştur. İstanbul’dan Ankara’ya geçmiş olan Abdurrahman Peşâverî de Anadolu Ajansı’nın kuruluş çalışmalarında yer almıştır. Ajansın ilk çalışanı olan Peşâverî’nin birkaç yabancı dil bilmesi onun bu süreçteki hizmetlerini değerli kılmıştır. Mükemmel derecede İngilizce ve biraz da Fransızca bilgisi ile İzmir’in işgali ile başlayan dönemde Yunan ordusunun Anadolu’da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyurulması için çalışmıştır. İstanbul’un işgaline müteakip Ankara’ya geçen Halide Edip Ankara’ya varışının beşinci gününden itibaren İngilizce gazetelerin siyasî kısımlarını tercüme etmekle meşgul olmuştur. Ajansın çalışmalarına başladığı bu yer Millî Mücadele’nin ilk karargâhı Ziraat Mektebi’dir. Anadolu Ajansı ve Hakimiyet-i Milliye gazetesi için gerekli kısımları seçen ve Mustafa Kemal Paşa’nın yazışmalarına dair kısımları hazırlamakla uğraşan Halide Edip’e bu görevinde Abdurrahman Peşâverî yardım etmiştir. Beraber çalıştıkları Peşâverî hakkında Halide Edip şunları yazmıştır: “Abdurrahman, Balkan Harbi esnasında Türkiye’ye gelmiş, vatandaşımız olmuş. Birinci Dünya Savaşı’nda bizim orduda hizmet etmişti. Ondan sonra da Rauf Bey’le beraber Erzurum’a gitmiş ve artık Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhından ayrılmaz olmuştu.”
Bunların dışında Halide Edip’in, Peşâverî hakkında bir takım şahsî izlenimleri de bulunmaktadır. Bahsi geçen gözlemlerinde Halide Edip, Peşâverî’yi şöyle anlatmıştır: “Bir parmağıyla fakat başarıyla, yazı makinesini kullanır, bundan başka da iş görmezdi. Bununla beraber çok idealist, aynı zamanda Pan-İslâmist olduğu için, her şeyi o bakımdan değerlendirirdi. Benim için onu incelemek faydalı oldu. Çünkü Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nin mahsulü olan bu adam, bana Hint psikolojisinin nasıl sabit bir fikir halinde her şeye Müslümanlık noktasından baktığını gösterdi.”
“Sabit bir fikir halinde her şeye Müslümanlık noktasından bakmak…” Halide Edip’in Peşâverî özelinde bütün Müslüman Hintlilerin psikolojisine yapmış olduğu bu yorum 1935 senesinde Hindistan’a yaptığı seyahati ile değişecek olsa da Osmanlı Devleti’nin parçalanmaya başladığı ve giderek yalnızlaştığı dönemlerde Hint Müslümanlarının bütün olumsuzluklara rağmen neden yılmadan Osmanlı Devleti’ni desteklediklerinin bir izahı olması açısından önemlidir. Osmanlı Devleti’nin kilometrelerce uzağında yer alan, din kardeşliği dışında Osmanlı toplumu ile ortak özelliği bulunmayan bu millet her şeye değilse bile bazı hassasiyetlerine Müslümanlık noktasından baktığı için Osmanlı hilâfetini özümsemiş ve Osmanlı’yı dinî hamisi kabul etmiştir. Yine aynı sebeple Osmanlı Devleti’nin bekasını İslâm için gerekli görmüş, maddî manevî desteğini eksik etmemiştir.

Türkiye ile Afganistan Arasında Diplomatik İlişkilerin Başlaması
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve 3 Mayıs 1920’de Ankara’da ilk hükûmet kurulmuştur.
Türkiye’nin Millî Mücadele döneminde doğulu devletler içinde yakın münasebetler kurduğu ilk devlet Afganistan olmuştur. Türkiye ile Afganistan arasında ilk resmî ilişkileri kuran belge, 1 Mart 1921’de Moskova’da imzalanmış olan ‘Dostluk Anlaşması’dır.
Anlaşma, Moskova’da bulunan Türk delegeleri Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Rıza Nur Beylerle Afganistan’ın Moskova olağanüstü elçisi Veli Han arasında imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Afganistan, Ankara Hükümeti’ni tanıyan ilk ülke olmuştur. Diğer bir deyişle bu anlaşma, ‘iki büyük kardeş’ ve bağımsız devlet arasında imzalanan ilk anlaşmadır.
Foto 13: Dr. Rıza Nur (solda), Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey (sağda)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti veya kısaca Ankara Hükümeti adını taşıyan bu hükümetin dış ilişkilerle ilgili en önemli kararlarından biri, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye ve Afganistan’ın başkenti Kabil’e birer temsilci göndermek ve oralarda birer temsilcilik açmak olmuştur. Türkiye’nin, Mustafa Kemal Türkiye’sinin yurt dışındaki ilk resmî temsilcilikleri bunlar olmuştur. Birincisi Azerbaycan’da, ikincisi Afganistan’da açılmıştır. O tarihte bu misyonlara ‘mümessillik’ (temsilcilik) denilmiştir.
18 Ağustos 1920 günü Abdurrahman Samadanî Bey Türkiye’nin Afganistan mümessilliğine atanmıştır. Abdurrahman Samadanî Bey Afgan asıllı bir subaydır. Balkan Savaşı sırasında Türk Ordusu’na katılmıştır. Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk Ordusu’nda gönüllü olarak savaşan Afganlardan biridir. Yıllardır Türk Ordusu’nda subaylık yapmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın güvenini kazanmıştır.
Türkiye’nin Kabil temsilciliğine atanan Abdurrahman Samadanî Bey, 20 Ağustos 1920 günü Kabil’e gitmek üzere Ankara’dan yola çıkmıştır. Erzurum ve Nahcivan’a uğrayan Abdurrahman Bey, Moskova üzerinden Kabil’e ulaşmıştır. Amanullah Han ile Mustafa Kemal Paşa Arasındaki ilk yazışmalar Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından başlatılmıştır. Türkiye’nin Kabil temsilciliğine atanan Abdurrahman Samadanî Bey, Kabil’e giderken kendisine verilen güven mektubundan başka, Mustafa Kemal Paşa’dan Afganistan Kralı Amanullah Han’a bir de özel mektup götürmüştür. Bu mektupta Mustafa Kemal Paşa içinde bulunulan durumu Amanullah Han’a şöyle değerlendirmektedir: “Savaşan bütün milletler az çok barışa kavuştukları hâlde, Batılı Hristiyan milletler, İslam halifeliğinin ülkesi Türkiye Devleti’ne karşı Büyük Savaşı (hâlâ) sürdürmektedirler. Bu savaşın başından beri ortaya çıkan apaçık gerçek şudur ki İngiltere devleti bizim amansız ortak düşmanımızdır. Hindistan’a el koydukları o uğursuz günden beri, kimi zaman hile ve entrika ile kimi zaman da zor ve şiddet kullanarak kendi bencil emelleri ve amaçları için bütün Asya dünyasına boyun eğdirmiş ve özellikle İslam halklarını sonu gelmeyen zulümleriyle rahatsız etmeye çalışmış… Osmanlı Türklerinin millî ve siyasi varlığını yok etmeye kalkışmışlardır…”
Bu mektup ATATÜRK ile Afganistan hükümdarı arasında ilişkilerin başlangıcıdır.

16 Şubat 1922 günü Afgan Emiri Amanullah Han, Gazi Mustafa Kemal’e bir mektup daha göndermiştir. Amanullah Han, kendisine gönderilen mümessil Abdurrahman Samadanî Bey’in Kabil’e ulaştığını, uzun yıllardan beri süren bekleyişin sona erdiğini, bundan memnun olduğunu bildirmektedir. Emir, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve aziz biraderinin (Mustafa Kemal’in) Afganistan hakkındaki içten duygularından dolayı mutludur, Türkiye ile Afganistan arasındaki bağların sarsılmaz olduğuna inanmaktadır. Amanullah Han bazı Türk zabitlerinin zaman zaman Afganistan’a gelerek yararlı hizmetlerde bulunduklarını da bildirmekte ve İslam’ın ittifak ve birliğine dua ederek sözlerine son vermektedir.

Mustafa Kemal Paşa, Ömer Fahrettin (Türkkan) Paşa’nın Afganistan’a atanışını 18 Mart 1922 tarihli bir mektupla Amanullah Han’a bildirirken Türk-Afgan ilişkileri hakkında da ipucu vermektedir: “TBMM tarafından Afganistan’a mümessil olarak gönderilmiş olan Abdurrahman (Samadanî) Bey’in orada iki kardeş ulus arasındaki dostluk ilişkilerini güçlendirmek yolundaki çalışmalarıyla Emir Hazretlerinin güvenini ve takdirlerini kazanmış olmasından dolayı memnunum. Ankara’daki Afgan Elçisi Sultan Ahmet Han da iyi ilişkileri daha da geliştirmek için çalışmaktadır. Türkiye-Afganistan ilişkileri güçlüdür. Afganistan ve Türkiye’nin amacı insanlık haklarını savunmaktır. Bu ortak amaca doğru yürürken ilişkilerimizi pekiştirmesi için Medine’yi savunmuş olan ünlü Ömer Fahrettin (Türkkan) Paşa, Kabil’e tam yetkili elçi olarak atanmıştır. Kendisinin Emir Hazretleri tarafından da destekleneceğine inanıyoruz…”
Kabil’e elçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver’e dönmesi için mektup üstüne mektup yazar. Fakat o, on yıldır görmediği ailesine şu tarihî mesajı gönderir: “Vatanım işgal altındadır. Ben hür bir adamım. İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem.” Bunun üzerine ailesi Kabil’e gelir. Annesi kendisiyle beraber Peşaver’e gelmesi için yalvarır ama “Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem!” diyen oğlunu ikna edemez.
Afgan Kralı Emanullah Han’ın TBMM’ye gönderdiği, Abdurrahman Bey’in çalışmalarından sitayişle (övgüyle) bahseden ve Anadolu’daki mücadeleyi destekler mahiyetteki mektubu 16 Şubat 1922’de TBMM Genel Kurulu’nda okunur. O zor günlerde Afganistan’dan gelen bu kardeşlik mesajı, milletvekillerimizi çok heyecanlandırmış, mektubun okunmasını müteakip gözyaşları içinde ayakta alkışlanmıştır.
Abdurrahman Samadanî Bey’in Türkiye adına Afganistan’daki temsilcilik görevi Ağustos 1920 25 Haziran1922 tarihleri arasında yapmıştır.
Rauf Bey’e Benzediğinden Rauf Bey Sanılarak Şehit Edildi
Abdurrahman Peşâverî’nin yerine Büyükelçi tayin edilen Medine Müdafii ve Çöl Aslanı Fahreddin (Türkkan) Paşa Haziran 1922’de Kabil’e varmıştı. Peşâverî, görevi Fahreddin Paşa’ya devrettikten sonra Rusya üzerinden İstanbul’a dönerken Rus hududunda bir suikasta uğramış, fakat o günlerde yine Kabil’den Türkiye’ye dönmekte olan Kabil Harp Okulu öğretmeni Yüzbaşı Hayri Bey, kendisine benzetilerek öldürülmüştü. Türkiye’ye döndükten sonra Rauf Orbay’ın maiyetinde hizmete başladı. Abdurrahman Peşâverî ile evvelce tanışmış olan Zafer Hasan Aybek anlatıyor: “Kendisiyle 1924’te buluştuğumda Abdurrahman,

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurmaya çalışan Rauf Orbay ve Kazım Karabekir gibi memleketin ileri gelen liderleriyle beraberdi. 21 Mayıs 1925 gecesi Beşiktaş’tan Nişantaşı’ndaki evine dönmekte olan Abdurrahman Bey meçhul üç şahıs tarafından tabanca ile vurulmuş ve birkaç saat sonra da bekçiler tarafından bulunarak hastaneye kaldırılmıştı. Kurşun bir ciğerini parçalayarak bel kemiğini zedelediğinden belden aşağısı felç olmuştu. Hastaneye ziyarete her gidişimde daima kendisini neşeli bulurdum. Fakat tüm çabalara rağmen 30 Haziran 1925’te hayata gözlerini yumdu ve Maçka Mezarlığı’na defnedildi. Kadirşinas arkadaşı Esad Fuad Tugay tarafından kendisine mermer bir mezar yaptırıldı.”
Peşâverî beyaz tenli ve sima olarak Rauf Orbay’a benzerliğinden saldırganların asıl hedefinin Rauf Orbay olduğu, Peşâverî’yi yanlışlıkla vurdukları da iddia edilmiştir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. S. Ercan, a.g.e.)
Ölüm haberi Hindistan’da büyük bir üzüntü ile karşılandı. Okuduğu Aligarh Koleji’nde kaldığı yurt odasına kendi ismi verildi ve Dr. Ensari’nin davetlisi olarak 1933’te Hindistan’ı ziyaret eden Rauf Orbay tarafından aynı odaya bir kitabe kondu. Ayrıca Peşaver Üniversitesi’ne doğduğu şehir Peşaver’de okullar arası spor müsabakaları için Rauf-Rahman Kupası adıyla bir kupa verildi.

Ömrünü Anadolu’nun hürriyet mücadelesine adamış Abdurrahman Peşâverî’nin ismi ölümünden sonra adeta unutulmuştur. Kaybolmaya yüz tutan ve hemen hemen tüm mezarların tahrip olduğu İstanbul Maçka mezarlığında Peşâverî’nin kabri de yapayalnızdır.
Foto 16: Abdurrahman Preşâverî’nin kabrinin son hali, Mayıs 2019. (Kaynak: Semanur Ercan) Foto 17: Abdurrahman Peşâverî Kardeşlik Platformu’nca yaptırılan mermer plaka. (Kaynak: Semanur Ercan)
[1] S. Ercan s.12
[2] S. Ercan s.33
[3] Ayrıntılı Bilgi için Bkz. S. Ercan s. 69, https://www.timeturk.com/tr/2014/04/14/kurtulus-savasi-nin-gizli-kahramani-abdurrahman-pesaveri.html
Hits: 985
Çatışmalı Bölgelerde Çalışanlar İçin Emniyet ve Gü...
- 13 Haziran 2021
ZAFERE GİDEN YOLDA İSTİHBARAT YAZI DİZİSİ – 2
- 25 Haziran 2021