
Tiyatro Eleştirisi: Kürk Mantolu Madonna
- 1 Kasım 2021
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Kültür ve Sanat
- 2
On gün kadar önce internette gezinirken Yeni Mahalle Belediyesi tiyatro salonunda meşhur Kürk Mantolu Madonna romanından uyarlanan bir oyunun oynanmakta olduğunu öğrendim. Nedendir bilmem ama uzun süredir pek roman okumuyorum. Bu sebeple adı geçen romanı da okumamıştım. Zaman zaman kitapçıların raflarında bu kitabı görünce satın alıp okumayı düşünmüş ama bir türlü elim kitaba gitmemişti. Kitabın tiyatroya uyarlandığını görünce oyunu seyretmemin daha ilginç olacağını düşündüm ve bilet aldım.
Oyun çok ilgi çekmiş olmalı ki ancak kenardaki sıralardan bir yer bulabilmiştim. Akşam 20.00 gibi tiyatro salonuna gittiğimde ilginin büyüklüğünü bizzat gördüm. İçeriye girmek için tiyatronun önünde uzunca bir kuyruk oluşmuştu. Ben de hemen kuyruğa dahil oldum. Sıra bana geldiğinde HES kodunu okutup içeriye girdim. Salon Ankara’da daha önce gittiğim tiyatrolardakilerden biraz daha büyüktü. Bir adet üst balkonu da vardı.

Sahneye baktığımda biraz üzüldüm. Her alanda olduğu gibi tiyatro sahnelerinde de batı ülkelerine göre geri durumda olduğumuzu düşündüm. 2008-2010 yılları arasında yaşadığım Londra’da The Lion King ve Wicked gibi yıllarca gösterimde kalan oyunları seyretmiştim. Bu oyunların sergilendiği tiyatroların sahneleri o kadar muhteşemdi ki daha oyun başlamadan büyülü bir ortama girmiş gibi hissediyordum. Benim gördüğüm manzara ise bir oyun alanı, iki kırmızı koltuk, iki küçük masa ve iki sandalyeden ibaretti.
Neyse….
Bir süre sonra perde açıldı ve başroldeki adam sahneye çıkıp konuşmaya başladı. Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılan romanların çoğunda olduğu gibi konuya girmek için önce sosyolojik ve felsefi bazı laflar ettikten sonra sözü Raif Efendi’ye getirdi. O andan itibaren konunun Raif Efendi’nin etrafında döneceğini anladım. Ama ana tema belirtilmediğinden yine de merakla izlemeye devam ettim. Fakat hayal kırıklıkları arka arkaya gelmeye başladı.
Öncelikle oyun, romanı okuyorlarmış gibi sergileniyordu. Yani bazen geriden mikrofona konuşan biri bazen de başroldeki adam konuyu anlatıyor ve zaman zaman durarak meydana gelen olaylar kısa skeçler şeklinde canlandırılıyordu. Bu skeçlerin yalnız başına birbirleri ile bağlantısı yoktu. Bağlantı mikrofondan veya başrol oyuncusunun ağzından adeta okunarak anlatılıyordu.
Ben tiyatro eleştirmeni değilim. Sık sık tiyatroya giden biri de değilim. Ama daha beş dakika geçmeden oyunu beğenmediğime karar verdim. Çünkü sıkılmıştım. Bunun birinci sebebi, başroldeki adamın ne konuşmalarda ne de oyun sırasında çok iyi bir performans sergilememesiydi. Tekrar söylüyorum, ben tiyatro eleştirmeni veya çok sık tiyatroya giden biri değilim. Bu sebeple, tiyatro konusunda çok bilgili olduğumu da zannetmiyorum. Buradaki değerlendirmelerim benim ve benim gibi kişiler üzerinde oyunun yarattığı etkiye dayanmaktadır. Anladığım kadarıyla salondaki seyircilerin çoğu da benim gibi insanlardı. 10 dakika ara verildiğinde dışarıda sigara içerken kulak misafiri olduğum konuşmalardan, birçok kişinin benim gibi sıkıldığı anlaşılıyordu.
Oyunda tek vasat performans sergileyen kişi başroldeki adam değildi. Oyun boyunca en çok sahnede kalan Raif karakteri de göz doldurmuyordu. Ara ara sahneye girip çıkan iki kadın oyuncunun hakkını vermek isterim ama onların da o kadar az rolleri vardı ki isimlerini bile hatırlamıyorum.
Seyirciyi, yani beni oyundan koparan diğer bir unsur da sık sık dekor değiştirilmesi oldu. Dekor dediğim de öyle büyük resimler, panolar filan değil. Masa, sandalye, koltuk veya yataktan ibaret olan dekor, her sahnede bunların bazıları alınıp diğerlerinin konulmasıyla konuya göre değiştiriliyordu. Bu değişim o kadar sık yapılıyordu ki oyun süresince oyunculardan çok masa sandalye taşıyan çocukları seyrettik.
Şimdi Wicked veya The Lion King’in sahne geçişlerini gözümün önüne getirince burada sadece oyuncuların vasat performansının değil tiyatroya yapılan yatırımların az olmasının da oyunun performansını düşürdüğünü düşünüyorum. Londra’da gittiğim tiyatrolarda sahne geçişleri, sahne altına ve tavana kurulan düzeneklerle o kadar akıcı ve muhteşem bir şekilde yapılıyordu ki seyircinin oyundan kopmadan yeni sahneye zihinsel olarak geçmesi hiç zor olmuyordu. Hatta bu teknik altyapıdan etkilenerek oyunu daha da dikkatli bir şekilde seyrediyordu. Çünkü oyun kadar sahne düzeni de insanları büyülüyordu.
Bizim tiyatromuzda bu altyapı yoktu ama oyunu uyarlayan ve sahneleyenler hiç olmazsa sahne geçişlerini azaltarak bu mahsurları telafi edebilirdi. Başka tiyatrolardaki başka oyunlarda bunun gayet başarılı şekilde yapıldığına şahit oldum. Bu oyunda neden yapılmadığını anlayamadığımı belirtmek isterim. Belki sahne geçişleri azaltılabilir veya sahne perdelerle bölünüp perdelerin biri açılıp diğeri kapanarak sahneden sahneye, yani konudan konuya hızla geçilebilirdi. Biz de oyun boyunca müzik dinleyip masa veya sandalye taşıyan insanları seyretmek zorunda kalmazdık. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü oyunun neredeyse yarısı dekor taşıyanları seyretmek, oyuncuların kıyafet değiştirmelerini beklemek ve bu arada müzik dinlemekle geçti.
Karakterleri oynayan kişilerin ve bunların giydikleri kıyafetlerin seçimini de beğenmediğimi söylemek zorundayım. Öncelikle konuyu anlatan kişinin daha sonra Raif Efendi’nin gençlik dönemini de oynamasını beğenmedim. Keşke ayrı kişiler oynasaydı. Raif, oyunda anlatıldığına göre Alman ve İsviçreli kadınların ilgisini çekebilecek kadar cazibeli biri. Daha doğrusu, o kadınlara öyle görünen biri. Yani iri yarı, kaslı, biraz kaba ama nezaket göstermeye de özen gösteren bir karakter. Fakat Raif’in gençliğini oynayan kişi zayıf ve saçları kısmen dökülmüş biriydi. Bana oyunda ima edilen biri gibi görünmedi. Oyun boyunca güçlü ve kaba saba bir görüntüden ziyade ezik bir karaktere sahipmiş gibi oynadı.
En büyük hayal kırıklığını ise Kürk Mantolu Madonna karakterinde yaşadım. Yanlış anlamayın, bu rolü oynayan kadın rolünün hakkını en fazla veren oyuncuların başında geliyordu. Ama yine de bu role uygun biri değildi diye düşünüyorum. Öncelikle, insanlar bir alman kadınını düşününce beyaz tenli ve sarı saçlı bir kadın aklına gelir. Bizim Madonna siyah veya koyu kestane saçlı klasik bir Türk kadınıydı. Keşke en azından oyun için saçlarını sarıya boyatsaydı.
Müzikli bir eğlence yerinde çalışan bir kadın biraz daha şuh olmalı diye düşünüyorum. Üstelik Madonna ve kürk manto gibi kelimeler de nedense fiziğine dikkat eden, vamp ve çekici bir kadın hayali uyandırıyor bende. Halbuki bu rolü oynayan kadın, hafif balık etli, yediği hamur işi ve yağlı yemeklerin eseri olan karın bölgesindeki yağları muffinler oluşturmuş klasik bir Anadolu ev hanımına benziyordu.
Kadını üzerindeki kahverengi tonların hakim olduğu uzun kürk de pek uygun olmamış bence. Beyaz veya en azından yaka kısımları renkli, tercihen açık mavi, olsaydı daha iyi olurdu. Ayrıca kürkün etek boyu da çok uzundu.
Bu kadar eleştirdim diye kadını kafanızda yanlış canlandırmayın. Kadın oyuncu çok güzel biri. Yüzü, boyu posu, genel görünümü açısından ortalamanın oldukça üzerinde bir güzelliğe sahip. Sadece oyundaki karaktere uygun bir görünümü yok o kadar. Zaten ben de burada kadın oyuncunun kendisini değil oyundaki karakterle görünüm olarak uyumlu olmamasını eleştiriyorum.
Konuyu çok fazla uzatmak istemiyorum. Her şey kötüymüş gibi bir hava da estirmek istemiyorum. Çünkü iyi şeyler de vardı ve söylediğim hususlara dikkat edilseydi oyun daha seyredilebilir bir hale gelebilirdi. Şimdi oyundaki beğendiğim hususlardan bahsedeceğim.
Her ne kadar vasat bir performans sergileseler de oyuncularda (muhtemelen profesyonel oyunculardır ama) amatör heyecanı vardı. Zaten oyunu sonuna kadar seyretmemi sağlayan bu heyecandı. Öte yandan hikâyenin gücü insanı en baştan itibaren etkisi altına alıyor. Cumhuriyetin ilk dönemlerine mahsus roman anlayışı en iyi şekilde oyunun metnine de yansımış. Giriş bir kendi kendini sorgulama gibi başladı. Hikâyeyi anlatan kişi kendisini ve çevresindeki kişileri çok iyi betimliyor, sosyolojik ve felsefi değerlendirmelerle dönemin sıkıntılarını ve yaşamını canlı bir şekilde ortaya koyuyordu.
Daha sonra dönemin bireyini, ailesini, ekonomisini ve toplumsal sorunlarını, bunlardan çok fazla bahsetmeden göz önüne seriyordu. Her hikâyede ilgi çeken temel hususların neredeyse tamamı oyun akışı içinde karşımıza çıktı. Oyunda aşk vardı, kişisel bunalımlar vardı, sosyal yapıdaki çarpıklıklar vardı, ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen vardı. Eğlence ve seyahat konuları ile farklı kültürlerden insanlar oyuna renk katıyordu.
En önemlisi de oyunun sonundaki vurucu sahnelerdi. Oyun hiç beklenmedik şekilde büyük bir sürpriz ile bitiyor. Oyunun başlangıcındaki ezik, ötelenmiş, herkesin küçümsediği Raif gidiyor yerine hayal kırıklıkları, pişmanlıklar, hatalar ve bazen de sevinç ve mutluluklar dolu bir hayat sürmüş ve bunun sonucunda insanlardan zihinsel ve duygusal olarak kopmuş, böylece adeta kendine has bir felsefe üretmiş bir filozof geliyor. Kürk Mantolu Madonna’nın acı sonu ise insanın içini burkan bir ağırlıkla sahneleniyor.
Son söz olarak şunu ifade etmekte fayda görüyorum. Tüm eleştirilerime rağmen yine de oyunu bu kurgusu için seyretmenizi tavsiye ederim. Eğer tiyatroya gitmenize engel bir durum varsa en azından kitabını okuyun.
Saygılarımla.
Hits: 413
ALAMET – KIYAMET İLİŞKİSİ
- 26 Ekim 2021
ÜÇLÜ ÖRGÜT, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ-6284 S.Y., MASONLU...
- 13 Kasım 2021