
ÜÇLÜ ÖRGÜT, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ-6284 S.Y., MASONLUK-SİYONİZM, DİN-AHLAK ÇELİŞKİSİ, DEVLET-MİLLET İLİŞKİSİ
- 13 Kasım 2021
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 31
- Facebook20
- Twitter5
- WhatsApp195
- LinkedIn5
- Telegram0
- Paylaşım
BERBAT DURUMDAYIZ-4
13.11.2021 / ANAKARA
İsrail-İngiltere-ABD
Türkiye’de yaşayan büyük bir kesim, dünyadaki tüm pisliklerin bu üçünün başının altından çıktığına inanmış görünmektedir. İnancın ülkemize düşen kısmına göre, bu ülkeler bir araya gelmişler, Türkiye’yi kimlerin yöneteceğine karar vermişler, sürekli olarak Türkiye’ye zarar veriyor ve işine karışıyorlarmış… Ülkede terör mü var? O teröristlerin uyruğuna bakılmadan suçlu bulunur: bu üçüdür. Ülkede enflasyon mu var? Enflasyonu hangi bilgisiz ve beceriksizlerin yükselttiğine bakılmaksızın suçlular bellidir: bu üçü. Ülkede kargaşa mı var? Kargaşayı çıkaranların uyruklarına bakılmaksızın suçlular yine aynıdır. Ülkede kurumlar darmaduman mı edilmiş? O darmaduman eden simbiyotiklerin kimler olduğuna bakılmaksızın suçlular ilan edilir, yine bu üç ahbap çavuştur…
Gerçek odur ki ve o kadar da acıtıcıdır ki bu üçlü, Türkiye hakkında ne düşünürse düşünsün, onların düşündüklerini yerine getiren ya da tam tersini yapanlar Türk vatandaşlarıdır. Bu gerçeğin altını çizmekte yarar var. Onların mevcut zihniyeti işbaşına getirdiği söylenmekle birlikte, o mevcut zihniyeti oluşturan kişilerin bu ülkenin vatandaşı olduğu ve onları yine bu ülkenin seçmenlerinin seçtiği göz ardı ediliyor. Niye göz ardı ediliyor? Çünkü asıl suçlu o seçilenler ve onları seçen seçmenlerdir. Hiç insan kendine hata bulur mu? 2002 yılından beri yapılan tüm seçim ve halk oylamalarına katıldım. Seçimde oy veren İsrail, İngiliz ve ABD vatandaşı göremedim. Alayı Türk vatandaşıydı ve verdiği oydan gayet memnundu ama sonrasında iki gözü iki çeşme ağlayan da onlardı… Mevcut zihniyet içinden biri çıktı ve “bir kez bile olsa halkın %65’i AKP’YE oy vermiştir” dedi. Bence az söyledi, kanaatimce en az %75’i oy verdi. Gerçek böyle olunca, ahali kendine hiç hata bulur mu?
Islak oğlana anlatır gibi anlatayım: Ülkedeki terör yapılanması içinde olanlar, bu üçlünün vatandaşı değildir, Türk vatandaşıdır. Onlar ahmak mı kendi adamlarının ölmesine neden olsunlar? O teröristlere hem yasal hem de fiziki kapıları açanlar bu üçlü değildir, kendilerini bu ülkenin yerli ve millileri sananlardır. Ülkeyi enflasyona ezdirenler bu üç ülkenin vatandaşı değildir, kimliklerinde T.C. yazanlardır. Ülkenin kurumlarını darmaduman edenler de bu üç ülkeden değildir, T.C. ibareli kimlik sahibi olanlardır. Onlar sadece Türkiye’de terör çıksın, başta TSK olmak üzere kurumlar darmaduman edilsin, devletin üretim tesisleri satılsın, dış borç artsın, ülke vatandaşı köleleştirilsin gibi birçok kötülüğü istemiş olabilirler -bu onların genetik, asli, vazgeçilmez, durdurulamaz istekleridir ve gayet doğaldır- ama bu istekleri yerine getirenlerin hepsinin kimlik kartında T.C. yazmaktadır. Her ülkenin haini vardır ve bu üçlü hainleri bulup kullanmakta mahirdir, haklarını teslim etmek gerekir. Ama öte yandan o hainleri ortadan kaldırmak da gerekir. Lakin bu üçlüyü suçlayanlar o hainleri ortadan kaldırmanın peşinde koşmaktan uzakta olup sadece laf üretirler. Kısacası sorunun varlığını kabul etmeyenler, kökenini bulamayanlar ve tembeller çözüm üretemezler ve sadece “dış güçleri” suçlarlar. Onlara en anlaşılır şekilde demek gerekir ki “dış güçlerin işi budur, işlerini yapıyorlar. Senin işin ise o hainleri ortadan kaldırmaktır, sen de işini iyi yap, yan gelip yatma!”
Bulunduğu durumu kabullenmeyenlerin ondan kurtulması gibi bir hayat gerçeği söz konusu değildir.
Bu arada herkes ABD’den nefret ediyor. Ama bakıyorum hepsinin üstünde en az bir ABD markası giysi var. Kullandıkları telefon cihazları ve bilgisayarlar -yazılımları dâhil- ABD markası, o telefon ve bilgisayarların internet hizmetini ABD uydu sistemi -Öz İngilizcesi ile Küresel Yer Belirleme Sistemi, Öz Türkçesi ile de Global Positioning System- olan ve kısaca GPS olarak yazılan sağlıyor. NATO üyesi olunduğundan dolayı gelişmiş füze ve roket sistemleri de yine GPS kullanır. Pardon ama bu nefret niye? Güncelde kullandığın her şeyin aynı kalitede ve etkinlikte olanını yap ve ondan sonra hasmın olduğu için ondan nefret et, bu anlaşılır. ABD firması Apple’ın yıllık cirosu Türkiye’nin bütçesinden daha fazla. Apple şirketinin ürettiklerinin aynısını üreten ve onunla aynı güçte olan bir Türk firması söyleyebilen var mı? Apple’dan başka marka kullanmayan kaç Türk var? Kimi gördüysem elinde Apple telefon var.
Nefret duygusu eziklerin, zavallıların, yeteneksizlerin, bilgisizlerin sığındığı sırça bir kuledir. Önce çatlar sonra kırılır.
İstanbul Sözleşmesi
Bu ülkede kadınlara verilen haklar neredeyse tüm dünyadakinden önce oldu. Kadınların erkeklerle eşit tutulduğu Atatürk’ün Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu, kadınları ikinci sınıf insan olarak gören mevcut zihniyet tarafından, reform diye sunularak ortadan kaldırılmış ve daha yetersizi “daha demokratik, daha çağdaş” olduğu ileri sürülerek kabul edilmiştir.
Kadınlara eşitlik, bu ülkede dinsel inanca temel olan Arap yaşam tarzı tarafından kabul görmemektedir ve bence tüm sorun da buradan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte hiçbir seyis bunu, böyle olduğunu bilmekle birlikte, kabul etmemektedir. Bu ülkedeki “kadın cinayetleri” denen vakaların üstündeki örtüyü kaldırdığınızda birinci sırada dini, ikinci sırada ise ağır ve sürekli tahriki görürsünüz. Yaşam tarzı ne olursa olsun, herkes kadın cinayetlerinden bahsediyor. Cinayet cinayettir ve kadını erkeği olmaz.
Neredeyse herkes, sözbirliği etmişçesine, kadınları korumaya yönelik olduğu savlanan İstanbul Sözleşmesinin kadınların öldürülmesini azalttığını düşünüyor. Acaba gerçekten öyle mi? Din olduğu ileri sürülen ve kadına ikinci sınıf insan gözüyle bakılan Arap yaşam tarzına inanç ile İstanbul Sözleşmesinin sürekli ve ağır olan tahriki var olduğu sürece o cinayetler artarak devam edecektir. Bunu söylemek için konunun uzmanı ya da allame-i cihan olmaya gerek yok.
İstanbul Sözleşmesi, mevcut iktidarın oy ihtiyacı olduğu bir dönemde kabul edildi. Yine oy ihtiyacı olunan bir dönemde ise iptal edildi. Niye oy ihtiyacı denirse, yanıt “bu sözleşmenin yaklaşık 5,5 milyon civarında doğrudan mağduru var. Dolaylı mağdurları ile birlikte bu sayı 9-10 milyon arasında oya karşılık gelebiliyor.” şeklinde olacaktır.
Konuyla ilgili esere şu linkten ulaşabilirsiniz. https://www.gkkitap.com/kitaplar/zehirli-hancer
6284 Sayılı Yasa
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak yasalarda değişiklik yapılması gerektiğinden, neresinden tutarsanız orasından elinizde kalan bir yasa çıkartıldı. Yasada erkeklere yönelik çok sayıda haksız uygulamalar var. Yasanın neleri kapsadığını ve yanlışlarını irdeleyen bir eseri bu linkten görebilirsiniz: https://www.gkkitap.com/kitaplar/zehirli-han%C3%A7er-i%CC%87ftira
Bu uygulamalar, aynı zamanda, o erkeği aşağılayan ve hiddetlenmesine, akabinde tahrik olup elini kana bulamasına neden olan niteliktedir. Bilindiği üzere, kadını ikinci sınıf insan olarak gören Arap yaşam tarzı bu ülkede dini inancı temsil eder. Bu inancın temelinde; kadınlar dövülebilir, mirastan yoksun bırakılabilir ya da en iyi halde yarım hak verilebilir, tanıklıkları yarım erkek değerindedir, üç kere boş ol demeyle kapı dışarı edilebilir, domuz ve köpekler gibi kadınlar da önünden geçtiği kişinin namazını bozar, kadın eli sıkılmaz abdesti bozar, cehennem bekçileridir gibi akla ve mantığa uymayan çeşitli uygulamalar vardır. Nitelikleri bu olan inanca sahip erkeklerin anında haksız, ağır ve sürekli tahrike maruz kalması mümkündür. Çünkü “ikinci sınıf bir insan olan kadın ona bunları nasıl yapabilir” inancı adamın kafasında yer etmiştir. Alın size kapı gibi bir cinayet nedeni.
Bunların yanında, evden uzaklaştırılan erkekler, kadının bir yalanı ile önce 3-10 gün, ikinci yalanında 3-6 ay gibi daha uzun zorlama hapisleri ile karşı karşıya kalabilmektedir. Bu uygulamaya maruz kalan erkekler işlerini ve onurlarını kaybetmektedir ve eline silahı almaktadır.
Devam edelim; evden uzaklaştırılan ve nafaka ile bir kez daha cezalandırılan, bazen iki ayrı nafaka ile iki kez cezalandırılan, erkeğin “çocuğum” dediği kişi ile görüşmesi mümkün olmamaktadır. Kadın çocuğu babaya göstermemektedir. İcra dairesine para yatırılarak hacizle çocuk görülebilmektedir. Bu da çoğu kez mümkün olmamaktadır. Çünkü kadın çocuğu babasına göstermemektedir. Polis ve avukat eşliğinde gelinse bile göstermemektedir. Alın size erkek için bir onursuz durum daha. Yukarıda inancının temel niteliklerini sıraladığım ülkem erkekleri için cinayet sebebi değildir de nedir?
Durmak yok, devam ediyoruz. Çocuklarını göstermeyen kadınların bu tavırlarından şüphelenen erkekler, DNA testi istemektedirler ama kadınlar buna yanaşmamaktadırlar. Ortada çekinilecek bir durum yoksa bir insan neden testten çocuğu kaçırır? Buna yanıtı siz okuyucular, daha doğrusu İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa kadınları koruyor inancına sahip kişiler yanıt versin. İşte, bir cinayet sebebi daha çünkü erkek kendini boynuzlanmış gibi görmektedir. Bu da Arap yaşam tarzını inanç olarak kabullenmiş kişilerde ağır, haksız ve sürekli bir tahrik nedenidir.
6284 Sayılı Yasaya binaen erkekleri içeri koyan yargıçlar, yine aynı yasadan kaynaklanan nedenlerden dolayı erkek lehine olan somut delillere dahi itibar etmemektedir. Toplum içinde giderek yayılan bu hoşnutsuzluğa set vurmak için yasada bir değişiklik yapılarak somut delillere itibar edilmesinin önü açıldı. Ama o kadar insan öldükten ve içeri girdikten sonra oldu bu. İnanın tamamen yetersiz bir yaklaşımdı bu.
Bu arada giden ve gitmekte olan oyları da görerek bir torba yasa ile 6284 sayılı yasada bazı değişikliklere gidileceği gündeme düştü: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cocuklarin-icra-yoluyla-alinmasi-sona-eriyor-1068587
Evet, hayalci ve naif bir bakış açısı ile bakarsak yayımlanan ESERİN bu sonucu yarattığını söylemek mümkündür ama orada değiliz, olması gereken doğrunun yerine getirilmesi hayat gerçeğindeyiz. Yetkililer, tüm bilgisizlerin kadın cinayeti dedikleri cinayetin, hem İstanbul sözleşmesi ve 6284 S.Y. öncesi hem de sonrası oranlarını açıklamak zorundalar. Emniyet genel müdürlüğü bunu yaptı ama hemen ertesi gün kaldırdı. Görülen odur ki önce düşük olan cinayet oranı sonrasında artmıştır.
Masonluk, Siyonizm
Ağzını açan herkes masonlara ateş püskürüyor. Ancak bunun nedenini açıklayamıyor. Sadece onlar kötüdür diyor. Masonlara güzelleme yapacak değilim, ne halleri varsa görsünler. Zaten masonluk iyice pespaye oldu ve onun yerini Sivil Toplum Örgütleri aldı. “Masonlara kötüdür diyenler, o mason derneklerinin eylemlerini boşa çıkaracak bir karşı örgütlenme içine girmişler midir” sorusu bu konudaki tek sorum olacaktır.
Hızlarını alamayanlar Siyonizm’e de çift dalmaktadır. Ancak o çift dalanlara baktığımızda, Siyonistlerin onları o makamlara getirdiğini görmek mümkündür. Siyonizm’e karşı Turancılık fikri vardır. Güzel. Siyonizm birilerini, mesela Türkiye’yi rahatsız ediyor. Peki, Turancılık kimleri rahatsız ediyor, biliniyor mu ya da önemseniyor mu? Turancılığın içinde olacağı değerlendirilen tüm Türklerin artık birer devleti vardır. O devletlere “gelin, Turanı kuruyoruz denildiğinde katılacakları mı sanılıyor?” Katıldıkları zaman devreye Türk töresinin gireceği ve Doğu kağanlığının Batı Kağanlığından üstün olduğu ve bundan dolayı da Büyük Kağanın doğudan çıkacağı yerleşik uygulaması canlanacaktır. Her hal ve şartta Türkiye’nin doğu devletine boyun eğmesi istenecektir. Turancılık güdenler bunu bilmez mi? Bilir ama bilgisiz halkı kandırmak için her yolu dener. Timur Osmanlıyı niye darmaduman etmiştir? Büyük Kağanlığının kabul edilmesini isteyen Cengiz Han da aynı şekilde davranmıştır.
Siyonizm ve Turancılık benzeri büyüme ve genişleme arzularını içinde barındıran tüm fikir akım ve eylemleri tüm insanlığı rahatsız etmektedir. Bu tür fikir akımlarına karşı çıkanların kendi yaşadığı topraklar içinde bulunan böylesi fikir akımına da karşı çıkması gerekmektedir, ahlak bunu emreder. Aksi durum tamamen ahlaksızlıktır. Turancılığa karşı çıkan bir Siyonist tamamen ahlaksız biridir, aynı şekilde Megalo İdeaya karşı çıkan Panislavist de ahlaksızdır. Çünkü kendisi işgalci olmak isterken bir başkasının olmamasını istemektedir. Oldu canım, elde edersin ama neyi?
Dünyada gerçekleşmesi arzu edilen barış için, herkesin bulunduğu yerin adamı olması ve bir başka toprağa göz dikmemesi gerekmektedir. Herkesi ikinci dünya savaşının sonuçlarını ve bu sonuçları pekiştiren Kore ve Vietnam savaşlarının sonuçlarını iyi okumaya davet ediyorum.
İçinde Türkiye’nin de bulunduğu 22 ülkenin sınırlarının ve yapısının değiştirilmesi için ortaya atılan GOP/BOP, anılan sayıdan daha fazla ülkeyi rahatsız etmiştir ve milyonlarca insanın hayatı yok olmuştur. Henüz bu kapsamda Türkiye’ye bulaşılmamış bile olsa, -bana göre 2002 yılında bulaşıldı- komşusu Suriye’de olanlardan sonra, onların milyonlarca göçmeni ile karşı karşıya kalınmış ve her açıdan çok sayıda sorun ortaya çıkmıştır. Bir zamanlar “Adriyatik’ten Çin Seddine Türk Dünyası” düşüncesi vardı. Bundan çok sayıda devlet ve halk rahatsızlık duyuyordu, hiç hesaplayan oldu mu o sayıyı?
Kısacası, herkes, bir başkasının toprağına göz dikeceğine bulunduğu yerin insanı olmanın yoluna bakmalıdır. Akıl bunu gerektiriyor, bir başkasının sapkın fikirlerinin peşinde koşmayı değil…
Din ve Ahlak Aynı Sınıftan Değildir
Önce bir öykü; Bildiğim birinin yaşadıklarından kısa bir kesit aktaracağım.
Bazen üç, bazen dört çerez dükkânı olan ve her bir dükkânda ortalama dört kişi çalıştıran bir vatandaşımız vardı. Vardı diyorum çünkü o da artık batık biri ve bir büyük marketin çerez bölümünde asgari ücret karşılığı çalışıyor.
Taassubu yüksek bir yerdedir kendi bulunduğu dükkân. Her markette, büfede olduğu gibi kendisinin dükkânında da Coca Cola satılmaktadır. Geleceğin “Metö”sü olmak yolunda ilerleyen bir tarikatın (kuranda tarikat ya da tarikatçılık yoktur) üyelerinin biraz fazla olduğu bir yerdir o bölge. Kendilerine din âlimliği biçmiş olan cahiller o dükkâna gittikçe ya da önünden geçtikçe “kola Yahudi malıdır, satmayın” derler. Yılbaşı öncesinde ise “bu bayram bizim değil, niye süslüyorsunuz dükkânı” diyerek hem cahilliklerini hem de toplum mühendisliklerini konuştururlar. Oysa o gün bayram değildir, bir takvim çeşidine göre senenin bittiği ve bir başka senenin başladığı gündür.
Bu böylece yıllarca sürer gider. İşlerin bozulmasıyla birlikte o tanıdığım, dükkânı devren satılığa koyar. Lanet bu ya, kola satma, Yahudi malı, bu bayram bizim değil diyenler alır. Bildiğiniz üzere çerez dükkânı bu, içinde kola satışı aynen devam eder. Çerez kuru kuruya gitmez, illa ıslatılmak ister. Bizimki onların kola satışına “bakın bana diyordunuz ama bu Yahudi malıdır, satmayın” gibilerinden bir serzenişte bulunmaz. Derken yılbaşı öncesi bu cahiller bizimkini ararlar ve “yılbaşı geliyor nasıl yapalım da satışları artıralım” derler. İşte, o zaman bizimki sazı alır eline ve bu cahillere geçirdikçe geçirir. Demediğini bırakmaz.
Sözüm ona bu adamlar dindar. Olmayan bir şeyin dindarlığını kabul etmek ne kadar akılcıdır, bilinmez ama kendilerini dindar ilan eden ve bu konuda ahkâm kesen hatta fetva verenler tamamen ahlaksız duruma düşmüştür bu örnek öyküde. Başkaları satarken ve süslerken Yahudi malı ve bu bayram bizim değil oluyor ama kendileri satarken Yahudi malı olmuyor, “bizim” oluyor. Dincilerin ahlakı bu kadardır.
Benzer bir şekilde, aklına ayakkabı kutusuna kitap koymaktan başka bir fikir gelmeyen bizler, bir sabah ayakkabı kutusuna konan milyonlarca dolar haberleri ile güne uyandık. Uyandık da ne oldu? Akabinde milletin parasını çalanların “çalma hakları olduğuna” dair dinsel fetvalar kol gezmeye başladı. O süreçte her şeyden daha kötü olan ise kendi parası çalınan halkın desteği idi: çalıyorlar ama “çalışıyorlar.” Evet, çalışıyorlar hem de karşılıklı.
Din ile ahlakı aynı potaya koymak son derece yanlıştır ve dindar görünenin ahlaklı olduğunu sanmak da bir o kadar yanlıştır. Din ve ahlak birbirinden bağımsızdır ve asıl olan ahlak kuralı “sana yapılmasını istemediğini sen de bir başkasına asla yapma” şeklinde bilimsel formüle edilmiştir. Ahlaksız dindar olsa ne yazar.
Tüm Türkiye yıllardır bunları görüyor ama ders almıyor, en acı yanı da budur.
Kökeni ne olursa olsun, temelinde ahlak ve fazilet olmayan tüm inançlar yıkılmaya mahkûmdur. “Çalma hakları olanlara” destek olan Turancılara bir hatırlatma: Turan ülkesinin topraklarında kurulmuş olan Uygurların hakanı Uluğ Bey[1], mealen, der ki “dinler bir gün sis gibi dağılacak ve bilim galibiyetini ilan edecek.”
Bir milyon km² bile olmayan toprakları dibe batıran bir millete Turan büyük gelmez mi?
Güce Tapma ve Toplum Mühendisliği
İstisnasız herkes güce tapar. Kimisi gözle görülür ve elle tutulur olanına, kimisi ise gözle görülemez olanına. Herkes ahlak seviyesine göre güce tapar. Kimisi paranın, makamın, feodalitenin gücüne tapar, kimisi ise zamanın, bilginin, vicdanın, aklın gücüne tapar. Paranın ve makamın gücüne tapanlar onlar elden gittiğinde topal ördekten, hatta sürüngenden farksız olurlar. Diğerleri ise her zaman dimdik dururlar. Bunların yanında kin ve nefretin gücüne tapanlar da vardır ki uzun yıllardır onların neler yaptığını gözlerimizle görmekteyiz.
Tam burada, dinsel inanç taşıyanların güce tapmıyorum demesi kadar yanıltıcı ve gerçekle alakası olmayan bir yaklaşım olamaz. O kişi cehennem kavramından korktuğu için o inanca sahiptir, en azından inananların geneli böyledir. İnandıkları yaratıcının asarım, keserim, yakarım, üzerinize tuğla atarım, fil gönderirim demesi onlara korkutucu gelmekte ve kendilerini teslim etmektedirler. Allahtan başka kimseye hesap vermem diyenlerin ahlak seviyesine baktığınızda hüsran ötesi bir yıkım söz konusu olur. Olmayana hesap verilmez ve bu onu çok iyi bilmektedir ama kendisince inançlı olduğunu göstermenin bir yolu olarak bunu görmektedir.
Dinler gerçek birer toplum mühendisliğidir ama gereksizdir. Dinciler ise toplum mühendisleridir. Kendileri herkesi toplum mühendisi olmakla suçlarlar ama asıl o işi yapan kendileridir.
Bunun yanında tüm eğitim ve öğretim sistemleri de toplum mühendisliğidir ve gereklidir. Yoksa ilerleme mümkün olamaz. Akıl doğru yola sokulamaz, bilim olmaz…
Devlet Millet İlişkisi ve Ötesi
Millet her düşünce grubundan oluşmuş ve bir kara parçası üzerinde yaşayan insan topluluğudur. Ya da daha geniş anlamı ile kısaca “geçmişte bir arada yaşamış ve her türlü zorluğa beraber göğüs germiş, halde bu değerlerle yaşayan ve gelecekte de aynı yönde azim ve karar içinde olan toplumlara” millet denir. Çok sayıda, çok daha geniş tarifler vardır ama en anlaşılır olanı ve yol göstericimizin kullandığı, bize miras bıraktığı budur.
Milletin ve onu oluşturan bireylerin sınırsız ihtiyaçları vardır. Eğer kişiler ihtiyaçlarını kendileri gidermeye çabalarsa sonunda yıkım olan birçok toplumsal olayın yaşanacağı açıktır. Çünkü herkes önce kendini düşünecek ve diğerini yok sayacaktır. Tüm bu sorunlar dikkate alındığında, milletler, bir düzen içinde ihtiyaçlarının giderilmesini sağlayan yapılanmaya gider. İşte buna kısaca devlet denir. Devlet bir şemalar bütünü olup o şemada gösterilen makamları yine milletin içinden gelen kişilerle doldurur ve milletin ihtiyaçlarını düzen, adalet, hakkaniyet sınırları içinde giderir. Devlet yapısı ne kadar büyük olursa olsun, anlamı bu kadardır ve asla milletin üstünde değildir.
Zaman içinde gelişen durumlar da dikkate alındığında devleti, bir büyük strateji kapsamında çalıştıran hüküm makamının olması gerektiği açığa çıktı ve hükümet kavramı yerini aldı. Hükümet belirli stratejiler doğrultusunda, bir hizmet düzeneği olan devleti, milletin yararları yönünde çalıştırır. İster siyasi partilerden oluşsun, ister daha değişik bir yapılanmayla oluşturulsun, hükümet, hiçbir şekilde devletin ve milletin üstünde değildir. Onların ürünüdür. Ancak gelinen noktada bu gerçek yerle bir edilmiştir ve dahası parti devleti kavramına gidilmiştir. Bunun sonucu gelecekte gerçekleşecek çok sayıda suç ve çok sayıda adaletsizlik, gözyaşı ve belki de çok büyük toplumsal olaylardır.
Yaşanan bu olunca birçok gerçek göz ardı edilmektedir. Nedir bunlar?
-Devlet bir hizmet yapılanmasıdır ve en tepeden en aşağıya kadar tüm çalışanları milletin hizmetçisidir. Dikkat ediniz, hizmetkârıdır demiyorum. Bir hizmetçi asıl mülk sahibi olan milletin üstünde olabilir mi?
-Milletin parası çarçur edilmektedir. Hizmetçilere verilen maaşlar milletin parasıdır ve asla çarçur edilemez. Millete üç bin lira vereyim, kendime yüzlerce bin lira alayım olamaz. Üç beş ayrı yerden maaş alayım olmaz.
-Millete hizmet edenler, kişisel harcamalarını milletin kasasından yapamaz. Ne harcayacaksa milletin ona verdiği hizmet bedelinden harcayacak.
-Milletin parası, hükümettekinin kendi görüşleri doğrultusunda olan ve her biri zamanla terör örgütü olacak dini gruplara verilemez.
-Devlet adamı kavramı yanlış kullanılmaktadır. Bu topraklar iki devlet adamı gördü, başka görmedi. Diğerlerinin tümü devlet çalışanı ya da devlet görevlisidir. Saçma sapan anlamlarda kullanılıyor olsa da görevlinin Öz Türkçesi ajandır ve agent sözcüğünden devşirilmiştir.
Biri çıktı ve “millet devlet adamlarının yediklerine karışamaz” dedi. Bal gibi karışır çünkü o yenilenlerin parasını millet veriyor, öyle her istediğini yiyemez. Kendi parasıyla ne yiyorsa yesin, millet oralı olmaz ama milletin parasıyla yeneni millet bilmek zorunda, millete hesap verilmeli.
-Ülkeye zarar veren ve halkın verdiği yetkiyi kendi çıkarları doğrultusunda kullananlar devlet kavramının arkasına sığınmaktadırlar ama o kavramın içini boşalttıklarının farkında değiller. Sığındıkları yerde apaçık görünüyorlar, saklanamıyorlar.
Hiçbir fikri alt yapısı olmayan, kulaktan dolan, ağızdan kusan, ülkenin dünya üzerindeki hem coğrafi hem de siyasi olarak bulunduğu konumu bilmeyenlerin, daima kendine çalışanların çoğunlukta olduğu yerde ne strateji belirlenebilir ne de o belirlenen uygulanabilir.
[1] Kendisi matematikçi ve astronomdur. Bazılarının bizim bayramımız değil dediği günün, yılın başlangıcı olduğu ve Batlamyus’un ilk olarak ölçtüğü güncel takvimin doğruluğunu, Ömer Hayyam’dan sonra ispatlayan ikinci bilim adamıdır.
Hits: 1205
Tiyatro Eleştirisi: Kürk Mantolu Madonna
- 1 Kasım 2021
Türkiye Uçuyor
- 18 Kasım 2021