
DEVLET ÜZERİNE
- 27 Kasım 2021
- Dr. Nihat Akçay
- Başlık; Denemeler
- 8
Devlet Fikri
Devlet; Mezapotamya ve Çin uygarlıklarında binlerce yıldır var olmasına rağmen, eski Yunan felsefesi ve kültürü içerisinde kavramlaştırılmıştır. Ancak o dönemde devlet dendiği zaman “Kent Devlet” akla gelmektedir. Çünkü Yunanlılar devleti “Polis” veya “Cite” olarak adlandırmaktadır. Bugün kullanılan anlamda “State” ise aslen Latince kökenli “stato” kelimesinden gelmekte olup ilk defa 16’ncı yüzyılda kullanılmıştır[1]. Modern devlet sisteminin babası Kardinal Richelieu (Armand Jean du Plessis de Richelieu 1585-1642)’dur[2].
Richelieu; kendisi bir kardinal olmasına rağmen, Habsburgların Katolik dinini yeniden kurma çabalarını, Fransanın güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görmüş ve ulusal çıkarları ve ulusal güvenliği dini çıkarlara tercih etmiştir. Kardinal Richelieu’ya göre; “insan ölümsüzdür, kurtuluşu bu dünyadan sonradır. Devletler ise ölümsüz değildir, kurtululuşu ya şimdi sağlanır ya da hiçbir zaman sağlanamaz“. Bu düşünce ile hareket eden Kardinal Richelieu devletin çıkarlarını ve güvenliğini her şeyin üzerinde tutarak “Raison d’etat” (devletin haklılığı) ilkesini ortaya koymuş ve bunu tüm Avrupa’ya kabul ettirmiştir. Ulus(al) devlet sistemi ise Otuz yıl Savaşları sonucu kabul edilen Westphalia Barışı (1648) sonrası kurulmuştur[3].
Devletin Gerekliliği
Machiavelli’ye göre, ilk başta, yalnız başına yaşayan insanlar, sonraları korunma ve beslenme içgüdüsüyle bir araya toplanmışlardır. İçlerinde en cesur ve akıllı olanını kendilerine baş yapmışlardır ve onun boyunduruğu altına girmişlerdir[4]. 1469 yılında Floransa’da doğan Niccolò Machiavelli, asıl adı “De Principatibus” (Prenslikler (1513)) olan, ama “İl Principe” (Hükümdar) adıyla ün kazanan eserinde; iktidar, güç ve güvenlik hakkında önemli yaklaşımlar sergilemiş ve stato terimini modern anlamda devlet karşılığında ilk kullanan kişi olmuştur[5]. Machiavelli’ye göre, Bir devletin sahip olması gereken iki temel şey vardır: İyi yasa ve iyi silâh. Yasaların güvencesi iyi bir ordudur. Bu ordu, şüphesiz paralı değil, gönüllü ve ulusal bir ordudur[6] [7]. İleride Machiavellism (Makyavelizm) olarak yaygınlaşan bu düşünceye göre, devlet adamı (Prens); devletin çıkarları ne gerektiriyorsa ona göre davranmalı, etik ilkeleri yerine çıkar ve güvenliği esas almalıdır.
İngiliz filozof ve düşünür Thomas Hobbes’a (1588-1679) göre ise insanlar bir arada yaşarlar ve fikren ve bedenen eşit yaratılmışlardır. Bu nedenle amaçlarına ulaşmada da eşit isteklere sahiptirler. İnsanların hepsinde ortak amaç ise önce varlıklarını korumak ve sürdürmek ve ondan sonra da hoşlarına giden şeyleri ele geçirmektir. Bu yüzden herkes, ister istemez, birbirinin düşmanı olur ve “herkesin herkese karşı savaşı” durumu (bellum omnium contra omnes) başlar.[8] Hobbes, insanları sürekli birbirleriyle savaşmaya iten mücadelenin nedenini; rekabet, güvensizlik ve herkesten üstün olma tutkusu olmak üzere üç nedene bağlamaktadır[9]. Rekabet insanları çıkarları için mücadeleye iter. Güvensizlik duygusu da güvenliği sağlamak için insanları savaşa sürükler. Şan ve ünlerini korumak ve rakipsiz olduklarını kanıtlamak tutkusu da insanları saldırgan yapar. Bu nedenlerle sürekli rekabet hâlinde yaşayan insanlar, başkalarının mallarına, çocuklarına, karılarına sahip olmak için yarışırlar. Bunları bir defa ele geçirdikten sonra ise, onları korumak için, yani güvenlik için savaşırlar.[10]
Hobbes’a göre insanlar, güçlerinin en iyi nasıl kullanılacağı ve uygulanacağı konusunda farklı görüşlere sahip olduklarından birbirlerine yardım edemeyecekleri gibi, birbirlerine muhalefet edeceklerinden hem kendilerine hem diğerlerine zarar verir ve güçsüz hâle gelirler. Böylece ortak bir düşman bulunmadığında bireysel çıkarlar için kendi aralarında savaş edeceklerinden birleşmiş az sayıda insan tarafından kolayca egemenlik altına alınabilirler[11]. Bu durumu önlemek için, kendilerini yabancıların saldırısından ve birbirlerinin zararlarından koruyabilecek bir güç oluşturmak gerekir. Bunu sağlamak için ise insanlar bütün güç ve egemenliklerini tek bir kişiye veya bir heyete (Leviathan) devretmelidirler[12]. Bunu gerçekleştirerek tek bir kişilik hâlinde birleşmiş olan topluluk, “Devlet” olarak adlandırılır. Hobbes’a göre devletin amacı, bireysel güvenliktir. İnsanlar, daha kötü olarak gördükleri savaşlardan sakınmak için, özgürlüğü ve başkalarına egemen olmayı sevmelerine rağmen, kendi irade ve güçlerini kendilerini kısıtlama altında tutacak olan tek iradeye (Leviathan) devrederler[13].
Toplum sözleşmesi (Toplumsal sözleşme) teorisiyle demokratik devletin nasıl olması gerektiğini en iyi ortaya koyan düşünürlerden birisi olan Jean Jacques Rousseau (1712-1778)’ya göre “Üyelerinden her birinin canını ve malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki orada her birey hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın hem de eskisi kadar özgür olsun”. İnsanlar, özgürlüklerini yitirmeden bir otoritenin, yani bir egemenin yönetimi altına girmeyi kabul edebilirler. Her bireyin kendisini bütünüyle topluma vermesi ve herkesin aynı durum içinde bulunması gerçekte her bireyin hiç kimseye bağlanmaması anlamına gelecektir. Toplumun her ferdi kendisi üzerinde başkalarına tanıdığı hakların aynısını elde ederken herkes hem yitirdiğinin tam karşıtını alacak hem de elindekini korumak amacıyla daha çok güç kazanacaktır. Herkes tüm sahip olduğu haklardan eşit bir şekilde vazgeçeceğinden yeni kurulacak toplumda hiç kimse ayrıcalıklı konumda olmayacaktır.
Rousseau’ya göre “Sözleşme” ile “güvenlik” tehlike ve belirsizliğin yerini almakta, “özgürlük” doğal bağımsızlık ile yer değiştirmekte ve bu sayede de herkes sahip olduğundan daha fazlasını elde etmektedir. Çünkü sözleşme, pek çok bencil birey yerine, doğru bir toplumda kolektif bir kimlik sayesinde birleşen ahlaki bir varlık ortaya çıkarmaktadır. Toplumsal sözleşme ile ortaya çıkan “devlet” bu sözleşmeyi yapan tarafların her birinin yerine, birleşmiş bir iradeye sahip olan “ahlaki ve kolektif bir varlık”tır[14].
Anarşizm[15] ise devleti tamamıyla reddeder. Çünkü anarşistlere göre devlet doğası gereği kötüdür, çünkü zora dayanır[16]. Anarşizm, “hükmedenin olmadığı”, ya da daha genel bir ifade ile “otoritenin olmadığı” anlamına gelir. Yani, anarşizm, hükümet karşıtı, devlet karşıtı olmaktan çok, “hiyerarşi”ye karşı olan bir harekettir. Anarşizm, var olan düzene karşı çıkarak mevcut düzeni yıkmaya çalışan ya da ondan kaçmak isteyen bir öğretidir. Anarşizm, devletin ve otoriter zorun olmadığı bir toplum yaratmayı amaçlar. Anarşizmde, Toplumda var olan, zora dayalı tüm örgütlenmeler ortadan kaldırılacaktır. Bu anlamda Anarşizm, dini, hukuki ve ahlaki yasaların tümünü reddeder. Anarşizm, özgür ve eşit bireylerin gönüllü olarak bir araya gelmesiyle oluşan, adem-i merkeziyetçi küçük ve federatif yönetimlerin daha özgür yaşamayı sağlayacağını iddia etmektedir.
Ancak anarşistler arasında da farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Örneğin; bireyci anarşizm kolektivist yaklaşımın grup tiranlığına dönüşeceğini savunurken toplumcu anarşizm, bireye yapılan aşırı vurgunun atomist bir topluma yol açacağını ve bireyler arasında ortaya çıkacak rekabet unsurunun toplum içerisinde var olması gereken dayanışma ve yardımlaşma ilkesine darbe vuracağını iddia eder[17]. Başvurulacak yöntemler bakımından da anarşistler arasında farklı görüşler vardır. Örneğin, Proudhon önderliğindeki Karşılıkçılar anarşist toplum oluşturma yolunda şiddeti reddederken Bakunin önderliğindeki kolektivistler anarşist topluma ulaşmak için devlete karşı şiddet içeren bir ihtilal eyleminin gerekliliğini savunmuşlardır[18].
Devlet ve Vatandaş (Birey)
Devletin dört temel unsuru bulunmaktadır. Bunlar; sınırları belirlenmiş bir toprak parçası (vatan, yurt, ülke), üzerinde yaşayan yurttaşlar, egemenlik ve meşruiyettir (tanınmak). İster realist teoride olduğu gibi amaç, İsterse neo-realistlerin dediği gibi bir araç olsun, güç devletin temel unsurudur. Devletin iki temel görevi vardır: halkın refahını ve güvenliğini sağlamak. Buna karşılık vatandaşların da devlete karşı yükümlülükleri vardır. Görevlerini gerçekleştirmek için devletin, Yasa yapmak, ordu bulundurmak, makro-ekonomik planlamaları yapmak, para basmak, maliye sistemini düzenlemek ve vergi toplamak gibi hakları vardır.
Devlet olmanın temel gereklerinin birisi egemenliktir. Egemenlik bir gücün eylemlerinin başka bir güç tarafından geçersiz hale getirilememesi, bir başka gücün denetimine tabi olmaması demektir. Egemenlik aynı zamanda güçlü olmak demektir. Bunun için bir devlet, egemenliğini kimseyle paylaşmak istemez. Devletlerin sahip olduğu egemenlik aslında bireylerin tek tek egemenliklerinin toplamıdır, yani egemenlik halka aittir. Halk, (vatandaşlar) bu egemenliğin kullanımını devlete devreder ve hükümetler eliyle kullanır. Seçimle gelen hükümetler egemen değildir[19], çünkü, halk isterse hükümetin eylemlerini geçersiz kılabilir, hükümetleri değiştirebilir.
Hükümetlerin denetimi yüksek mahkemeler tarafından yapılır ve bu mutlaka olması gereken bir unsurdur. (Bazı hükümetler veya kişiler egemenliği halkın elinden almaya çalıştıklarında ilk olarak bu denetimden kurtulmaya çalışırlar.) Devletin elde ettiği bu büyük gücün tek bir kişi ve grupta toplanmasının önlenmesinde en temel unsur güçler ayrılığıdır. Güçler ayrılığından kasıt; kuralları koyan (yasama), kuralları uygulayan (yürütme) ve denetleyen (yargı) unsurların farklı olması demektir. Devletlerin tüm işlemlerini düzenleyen, kuruluş felsefesini, vizyonunu, kuruluş şemasını ve işleyişini belirleyen genellikle yazılı olan bir “anayasa”sı mevcuttur. Anayasa devletin tüm kurumları ve kişileri üzerinde bağlayıcıdır. Ülkemizde anayasaya uygunluğu denetleyen anayasa mahkemesi mevcuttur.
Uluslararası yasalar ve teamüllere göre, meşru güç kullanma (savaş ilan etme) hakkına egemen devletler sahiptir. Devlet aynı zamanda vatandaşlarına karşı da güç kullanma (meşru zor kullanma) hakkına sahiptir. (İnsanların doğuştan sahip olduğu haklarını bir sözleşmeyle[20] devrettiği) Devletin vatandaşlarına zor kullanmasının sınırı ne olmalıdır? Gerek Kardinal Richelieu’nun “devletin haklılığı” ilkesinde gerekse Makyavelizm’de devletin gücünü (meşru zor kullanma yetkisi) kendi vatandaşlarına karşı kullanmasında devletin korunması esas alınmaktadır. Bizde de sık kullanılan “mevzubahis vatansa gerisi teferruattır” deyimi aynı düşünceyi çağrıştırmaktadır. Devlet gücünü vatandaşlarına karşı kullanırken gözetilmesi gereken en önemli konular mülkiyet, özgürlükler ve temel insan hakları olmalıdır. Devlet, meşru zor kullanma yetkisini kolluk (polis, Jandarma v.b.) marifetiyle yerine getirir. Devlet ile vatandaş karşı karşıya geldiğinde, gücünü halktan alan devlet bu güç ile kendisini değil vatandaşlarını korumalı, vatandaşın devlete karşı korunma gerekliliği olmamalıdır. Devlet zor kullanma hakkını ancak kamunun (tek tek bireylerin toplamının) mutluluk ve refahını sağlayan düzenin korunması gerektiğinde kullanmalıdır.
İki çeşit mülkiyet vardır, özel mülkiyet (bu çalışmada ele alınmayacaktır) ve Kamu mülkiyeti. Kamu mülkiyeti; bizde yanlış bilinen adıyla devlet malı, devletin tüzel kişiliği altında devleti meydana getiren vatandaşlara ait olan tüm taşınır ve taşınmaz mallar, gelirler ve zenginliklerdir. Devlet malı üzerinde vatandaşların tamamının eşit hakkı bulunur ve ancak halkın güvenlik, refah ve mutluluğu için kullanılır. Yani aslında mal devletin değil vatandaşlarındır, bu nedenle devleti yönetenler bu malları birilerine veremezler. Eğer ormanlar, meralar, madenler ile diğer yeraltı ve yer üstü zenginlikleri bir şekilde birileri tarafından kullanılıyorsa bunun bedeli vatandaşın maksimum faydalanacağı şekilde ödenmelidir. Ayrıca bu kamu varlıklarının kullanılmasıyla elde edilen gelirden vergi alınır. Elde edilen vergiler, altyapı, üst yapı, güvenlik ve savunma ihtiyaçları için kullanılır.
Devlet, işlemlerini bürokratlar eliyle gerçekleştirir. Bürokrasi terimi ofisler anlamındaki “bureau” ve hakimiyet (governes) anlamındaki “cratie” kelimelerinin birleşmelerinden meydana gelmiştir. Fransızca bureaucratie “devlet memurları iktidarı” sözcüğünden alıntıdır. Bürokrasi, şeması anayasa ve yasalar ile belirlenen hiyerarşik bir yapıya sahip olup aynı şekilde belirlenen yazılı kurallarla işler[21]. Ülkemizdeki en önemli çatışmalardan birisi bürokratlar ve politikacılar (özellikle yerel politikacılar) arasında yaşanan “seçilmişler-atanmışlar” çekişmesidir. Aslında bürokratları seçilmişler (politikacılar) atar, ancak (normal şartlarda) bürokraside uzmanlaşma ve liyakat sistemi olduğu için bir yerde başarı atanmanın zorunlu gerekçesi haline gelir/gelmelidir. Bazen bürokratlar kendilerini devletle o kadar özdeşleştirirler ki “statu-quo”yu bozan politika uygulayan hükümetlere veya uygulamalara karşı muhalefet oluştururlar.
Bürokratik vesayet veya diğer bir deyişle vesayet (elitler) sistemi halkın devlet yönetimi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı için kendi kendini idare edemeyeceği düşüncesinden hareket etmektedir. Modern devlette ordu, devletin en önemli unsurlarından birini teşkil etmekte ve generaller bürokrasinin etkin noktalarında yer tutmaktadır. Çünkü liberal demokrasiler gibi demokratik denetimin tam olduğu ülkelerde bile, bilgi eksikliği nedeniyle siviller güvenlik ve savunma konularından uzak durmuşlar, bu konuları tamamen askerlerin inisiyatifine bırakmışlardır. Bu durum, hukukun ve devletin kontrol mekanizmalarının düzgün işlemediği bazı devletlerde güç sarhoşluğuna kapılan komutanların ve generallerin devletin kaynaklarını güvenlik gerekçelerini öne sürerek makul ölçülerin ötesinde kullanmasına neden olabileceği gibi bu kişilerin ölçüsüz bir siyasi ve ekonomik nüfuza sahip olarak görevlerini yanlış yorumlama (Türkiye’deki darbe dönemleri gibi[22]) ihtimalini de doğurabilmektedir. Ancak darbelerin nedenlerini sadece askerlerin hırslarına bağlamak yanıltıcı olabilir.
SONUÇ
Yukarıda görüldüğü gibi bütün teorilerde devlet adamları, ülkesinin çıkarını her şeyin üzerinde tutan, rasyonel analizler yapan üstün vasıflı kişi olarak görülür. Ayrıca demokratik devletlerde, devlet adamlarını ve hükümetleri denetleyen ve kontrol altında tutan parlamento ve yüksek mahkemeler bulunmaktadır. Bu nedenle devletin, hükümetin veya devlet adamlarının ilkeler ve ulusal çıkarlar dışında hareket etmesi beklenmez. Özellikle dış politika rasyonel olarak planlandığı için zamana, hükümete ve kişiye bağlı olarak değişmez. Devletin düzenli işlemesini sağlayan diğer bir unsur bürokrasidir. Bürokratlar yerelde devleti temsil eder ve bu nedenle güncel politikadan bağımsız bir sistematiğe sahiptir. Hükümet devlet işleyişinin düzenli yürütülmesini sağlar. Hükümetin ve bürokrasinin faaliyetlerini takip edip vatandaşı bilgilendiren ise özgür ve tarafsız basın (günümüzde sansürsüz sosyal medya) dır.
Şimdiye kadar normal demokratik bir devlette olması gerekenleri gözden geçirdik. Ya bütün bunlar olmazsa… devlet adamları devletin ve halkın çıkarlarını değil kendi çıkarlarını koruyan kişilerden oluşursa, parlamento ve yüksek mahkemelerin denetim ve kontrolü ortadan kalkarsa, dış politika kararları rasyonel olarak değil de kişisel düşünce ve hırslara göre verilir zikzaklar çizilirse, bürokratlar partizan ve liyakatsız kişilerden oluşursa, basın tarafsızlığını kaybeder, baskı altına alınır vatandaşın haber alma özgürlüğü kısıtlanırsa…
O hale düşen devletin vatandaşlarını Allah korusun!..
[1] Kemal Gözler, Devletin Genel Teorisi, Ekin Kitabevi Yay., BURSA, 2007.
[2] Henry Kissinger, Diplomasi, Çev. İbrahim H. Kurt, Türkiye İş Bankası Yay., İSTANBUL 2002.
[3] Nye Joseph S., Welch David A., Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Çev.; Renan Akman, Türkiye İş Bankası Yay., İSTANBUL 2010.
[4] Niccola Machiavelli, Hükümdar, Çev. Yusuf Türk, İSTANBUL 1996.
[5] Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa yay., İSTANBUL 1996
[6] Niccola Machiavelli, Hükümdar, Çev. Yusuf Türk, İSTANBUL 1996.
[7] Machiavelli’ye göre, “bir ordunun olmazsa olmaz şartlarından biri, iyi silâhtır. Bol sayıda silâh ve teçhizatın olması gerekir. Hatta ileriyi düşünerek çok sayıda stoklamak gerekir. Bu bir devletin bekası için iki şekilde yararlıdır: Birincisi, halka güven verecek, ikincisi ise düşmana korku salacaktır”.
[8] Thomas HOBBES, Leviathan, Çev. Semih Lim, Yapı Kredi Yay.,6. Baskı, İSTANBUL 2007.
[9] Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Bas. Yay. Dağ. A.Ş., İSTANBUL1998.
[10] “Thomas Hobbes’un Bakış Açısıyla Siyasal Sistem İçerisinde Bir Devletin Doğuşu ve Tanımlaması Üzerine Yaklaşımlar”,http://www.egm.gov.tr/apk/dergi/37/web/makaleler/Ali_Erkan_Alac.htm, e.t.; 28/01/2006.
[11] Thomas Hobbes, Leviathan, s. 128.
[12] Hobbes bunu şöyle ifade etmektedir: Herkes herkese, senin de hakkını ona bırakman ve onu bütün eylemlerinde aynı şekilde yetkili kılman şartıyla, kendimi yönetme hakkını bu kişiye veya bu heyete bırakıyorum demişçesine, herkesin herkesle birleşmeleridir. Thomas Hobbes, Leviathan, Yapı Kredi Yay., Çev.Semih Lim, İSTANBUL 1993.
[13] Hobbes, Leviathan, s. 127;Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yay., İSTANBUL 2002.
[14] Faruk Yalvaç, Rousseau ve Uluslararası İlişkiler, Phoeniks yay.,Üçüncü Baskı, ANKARA 2008.
[15] (William Godwin (1756-1836), Pierre-Joseph Proudhon(1809-1865), Mikhail Bakunin (1814-1876), Pyotr Kropotkin (1842-1921), Max Stirner, Emma Goldman anarşist teoriye katkılarda bulunmuştur.)
[16] Yıldırım Torun, Klasik Anarşizm, Savaş Yayınevi / Politika Dizisi, ANKARA 2000.
[17] Yıldırım Torun, Klasik Anarşizm
[18] Yıldırım Torun, Klasik Anarşizm
[19] Hugo Grotius, Savaş ve Barış Hukuku, Çev: Seha L. Meray, AÜ Basimevi, ANKARA1967.
[20] J. J. Roussoue, Toplumsal Sözleşme, Çev.: Aziz Yardımlı, İdea Yay., İSTANBUL 2011
[21] Davut Dursun, Bürokrasi ve Yönetim, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/9616
[22] Ülkemizde meydana gelen askeri darbeler ve 15 Temmuz FETÖ kalkışması ayrı çalışma konularıdır
Hits: 297
Neo- Liberalizm Ne İstiyor?
- 18 Kasım 2021
Kerkük’te Neler Oluyor?
- 30 Kasım 2021