
FILM NOIR
- 3 Mart 2022
- Güven Kaya
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 41
- Facebook50
- Twitter25
- WhatsApp575
- LinkedIn10
- Telegram0
- Paylaşım
UKRAYNA-RUSYA SAVAŞI
03.03.2022 / ANAKARA
Ukrayna-Rusya savaşından bazı haber ve görüntüler kara mizah gibi.
Ukrayna’yı işgal ve istila etmek isteyen Rus ordusunun iki askeri ellerinde çanta bidon ile Ukrayna ordusunun bir karakoluna gider ve yakıt isterler “aracın yakıtı bitti, ödünç verir misiniz?” mealinde. Pek tabi ki hemen tutuklanırlar. Elleri kelepçeli şekilde fotoğraflanıp tüm dünyaya yayınlanırlar. Askerler Ukrayna’yı işgal ettiklerinin farkında değiller çünkü tatbikat yaptıklarını sanıyorlar…
Buraya tekrar dönmek üzere, bu kara mizah sahnesine nasıl gelindiğine bakalım. Ama önce küçük bir saplama:
En nefret ettiğim iki kişilik tiplerinden birincisi “ben buyum,” ikincisi ise “ben yaptım oldu” diyenlerdir. İkisi de içinde inanılmaz derecede geri zekâlılık barındırır. Çünkü ilkinin alacağı karşılık “ben de buyum” olup buna verebilecekleri akli bir karşılıkları yoktur. İkincisi de aynı sonla karşılaşır: “ben de bunu yaptım, beğeniyor musun?” her türlü ilişkinin, neredeyse %99’unda bu konuşmalar olmuştur. Ve sonuç ağır kayıplarla şekillenir. Bu kişilik yapılarına kısaca “diktatör” diyoruz. Bunlar insanlığın yüzkarasıdır ve her yüzyılda ortaya çıkarlar. Ne yazık ki bu yüzyılda da hayli çoklar.
SSCB/Rusya – NATO İlişkileri
Birinci Dünya Savaşının sonuçları İkinci Dünya Savaşının habercisi olmuştur. Osmanlıya Sevr’i dayattılar ve imzalattılar. Almanya’ya ise Versay’ı dayattılar ve imzalattılar. Sevr uygulanamadı ama Versay acımsızca uygulandı.
Herkesin kabul ettiği “dahi” o yüzyılda Türklerin kanından canından biriydi. İşi Lozan ve Montrö ile bağlayıp temelinde erdem, insanlık haysiyeti, vicdan, bilim, ahlak ve akıl gibi değerleri barındıran kavramlar bütünü Türkiye Cumhuriyetini geleceğe miras bırakarak, tek yaratıcı olan toprağın bağrına gitti.
Yine herkesin sosyopat ve psikopat olarak kabul ettiği zırdeli Hitler ise, o yüzyılda, Almanların başına bela olmuştu. Ne yazık ki etrafına kendi çapında bir sürü deliyi toplamakta hiç zorluk çekmedi. İşte bu zırdeli kendi ülkesinde etrafına topladıkları yetmezmiş gibi dünya çapında da benzerlerini topladı ve insanlığa İkinci Dünya Savaşını yaşattı. Sonuçta rakamlar çok farklılık gösterse de en az 52 milyon ölü ile -yaralanıp sakat kalanları saymıyorum ama siz bunu en az on ile çarpın- cehennemi bir hediyeydi bu.
İşte, gerçek bu iken, insanlık kendini savaştan koruyacak oluşumların peşine düştü. Ne yazık ki savaştan korumak için oluşturulan ortaklıklar savaşı öne alan, çağıran yapılar oldu.
1949 yılında ABD önderliğinde NATO, buna karşılık olarak da 1955 yılında SSCB önderliğinde VARŞOVA Paktı kuruldu. Ülkemizi o dönemde yöneten gafiller, NATO adlı terörist örgüte girmek için çırpındılar. Öyle ki meclis kararı olmadan Kore Savaşına asker gönderdiler ve hiç gereği yokken, gencecik insanların kanına girdiler. Böylelikle, sözde, savaşı önlemek için kurulan bir örgüte girmek için, başkalarının savaşına gönüllü ve yasadışı katılıp binlerce vatan evladını kara toprağa seren ilk ülke olduk. Yıl 1952. Aynı yıl Almanya da katıldı.
SSCB, 1955 yılında “her iki paktı da kapatalım ve Avrupa rahat etsin” teklifinde bulundu ama ABD, oralı olmadı. Sırf bundan bile planın çok uzun vadeli olduğunu anlamak mümkündür. Acaba o dönem ülkelerini yöneten gafiller bunun üzerinde durdular mı?
Artık iki kutuplu soğuk savaş başlamıştır ama sıcak savaş için her türlü hazırlık arka planda tüm hızıyla devam etmektedir. ABD, yenilen Almanya’dan el koyduğu ve birçoğu NAZİ olan tam 117 bilim insanının[1] etkisiyle atom ve uzay çalışmalarında hızla yol almıştır. SSCB durur mu? O da benzer şekilde davranıp 125 Alman bilim insanına[2] el koyarak ülkesine götürmüş olup aynı yolda hızla ilerlemiştir. Hatta uzay yarışında bir dönem ABD’den ileriye geçmiştir.
Anlayacağınız üzere soğuk savaş nükleer güç ve uzay hâkimiyeti üzerinde şekillenmiştir. Bunun yan getirisi olarak da hayatın her boyutuna etki eden casusluk eylemleri aynı öneme sahip olmuştur.
Soğuk savaş döneminde ABD ve SSCB birbirlerini düşman olarak belirlemişlerdir. ABD Türkiye’yi çok hor kullanmıştır. Bunun yolunu açan Türklerin kendisidir. SSCB’nin komşusu olan ülkemize JÜPİTER füzelerini yerleştirmiştir. Bunun üzerine onlar da Küba’ya nükleer füze yerleştirmiştir. Savaşa beş kala her iki taraf da geri adım atmıştır.
1970’li yıllarda SSCB, Varşova paktı ülkelere nükleer füze yerleştirdi. Aynısını ABD karşılık olarak yaptı. Bu durum yerleştirilen ülkeyi nükleer hedef haline getirmiş oldu. Ne gam, ABD olası savaş alanından çok uzaklardaydı. Böylece gerilim yeniden artarak sürdü.
1987 yılında zamanın ABD başkanı Ronald Reagan ile SSCB başkanı Mihail Gorbaçov INF[3] (Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması) imzaladı. Bu olası savaşta en çok zarar görecek Avrupa kıtası ülkelerine derin bir oh çektirdi.
Ve bingo! Varşova Paktı çöktü ve dağıtıldı: 1 Temmuz 1991.
Bu aynı zamanda NATO ve onun diktatörü ABD için de bir çöküntüydü. Varlık nedenleri ortadan kalkmıştı ve yeni varlık nedeni ya da nedenleri bulunmalıydı. Küresel Terör Çağına hoş geldiniz, ey dünyalılar.
Artık SSCB yoktu, yerine daha cılız ve kargaşa yaşayan Rusya vardı.
8 Aralık 1991. Rusya, Belarus ve Ukrayna bir araya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Kuruluş Antlaşmasını imzaladı. Antlaşma “SSCB’nin bir uluslararası hukuk ve jeopolitik gerçeklik olarak varlığının sona erdiği” gerçeğini vurguluyordu.
Antlaşma Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Ukrayna ülkelerini kapsamaktadır. Eski SSCB Cumhuriyetlerinden sadece Estonya, Letonya ve Litvanya katılmamıştır.
Rusya 22 Haziran 1994 tarihinde Barış İçin Ortaklık Programına katıldı. BDT’nin diğer üyeleri de aynı yıl olmasa bile birbirine yakın tarihlerde bu programa katılmıştır. Bu program BDT üyeleri dâhil 22 ülkeyi kapsamaktadır.
Bu program 1 Ocak 1997 tarihinde Avrupa-Atlantik ortaklık konseyi olarak değiştirildi. Temel özelliği NATO üyesi olmayan Avrupa ülkelerinden oluşmasıdır. ABD’nin gizli maksadı olarak, zaman içinde, bu üyeleri NATO üyesi yapmak olarak değerlendirmek mümkündür.
21 Mart 1997. NATO-Rusya Kurucu Eylemi İşbirliği Sözleşmesi imzalandı. Buna göre NATO’nun savunma işlevi sürdürülecek ama artırılmayacaktı. NATO, üye ülkelere asker ve nükleer güç yerleştirmeyecekti. NATO-Rusya ortak hareket edecekti.
Bu sözleşme, 14 Mayıs 1997 tarihinde, NATO-Rusya Kurucu Senedi /güvenlik antlaşması şekline evrildi.
NATO-Rusya Daimi Ortaklık Konseyi kuruldu. Bundan maksat terörizm ve benzeri konularda işbirliği yapmak ve geliştirmekti. Bu konseyin karar alma birimi NATO’nunkinden tamamen ayrı idi.
12 Mart 1999, eski doğu bloku üyelerinden Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya NATO’ya kabul edildi. ABD, gizli gündemini bu üyelikleri NATO’ya dayatarak açığa vurmaya başlamıştı. NATO-Rusya Kurucu Eylemi İşbirliği Sözleşmesi’ni ihlal ettiği için Rusya bu genişlemeye tepki gösterdi.
NATO, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmadan Kosova’ya müdahale etti ve Sırbistan’a karşı operasyona başladı. Rusya’nın tedirginliği ve tepkileri artmaya başladı.
22 Kasım 2002 tarihinde Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya NATO’ya kabul edildi. SSCB cumhuriyetlerinden üçü ile eski Demirperde ülkelerinden dördü artık NATO üyesidir. ABD’nin gizli gündemi apaçık ortadadır ve Rusya tüm planı anlamıştır. Ancak geç olmuştur. NATO tamamen Rusya’ya doğru ilerliyordu ve bunu yumuşak bir strateji ile gerçekleştiriyordu. Rusya, artık tamamen NATO üyesi ülkeler ile kuşatılmıştır. Hem de, artık birer devlet olan, eskiden kendisine ait cumhuriyetler ve eski Varşova Paktı üyeleri tarafından…
Arada sadece Belarus ve Ukrayna kaldı.
NATO’ya üye edilen ülkelerin neredeyse tamamına nükleer silahlar konuldu. İşte bu durum Rusya devlet başkanının “kapımızın önüne, eşiğe, nükleer silah yerleştiriyorlar, siz buna izin verir misiniz?” dediği durumdur. Sahi siz izin verir misiniz?
Burada duralım ve Ukrayna-NATO İlişkisine bakalım.
SSCB’nin dağılmasından sonra NATO, Doğu Avrupa ve eski Sovyet devletlerinin dâhil olduğu yeni bir stratejik kavram oluşturmaya çalıştığını yukarıda gördük. 1997 yılında, nasıl Rusya ile NATO arasında işbirliği kurmak için NATO-Rusya Daimi Ortaklık Konseyi kurulmuş ise, aynı ilişki diğer Sovyet devletleri ile de kurulmuştur. Hemen hemen hepsi aynı kapsamdadır.
1997 yılında, NATO-Ukrayna Komisyonu kurulmuştur. Ayrıca, bunun öncesinde, NATO ile Ukrayna arasında 1995 yılında “Özel Ortaklık Sözleşmesi”, 1997 yılında ise “Ortaklık Misakı” imzalanmıştır. Ukrayna’da 2004 yılında Viktor Yuşçenko’nun Devlet Başkanlığı’na seçilmesiyle NATO ile bahar havasında devam eden ilişkiler, 2010 yılı seçimlerinde yönetime gelen Viktor Yanukoviç ile kış havasına bürünmüştür. Bunun üzerine Ukrayna’nın üyeliği askıya alınmış olup iki taraf arasında gelişen ilişkiler donma ve kırılma noktasına gelmiştir.
Ukrayna yönetimi, bağımsızlık sonrasındaki birkaç yıl içinde güvenlik politikalarında düzenlemeler yapmış olup 1997 yılında Ukrayna Ulusal Güvenlik Konsepti yayınlamıştır. Bu kavram, Ukrayna’nın sınırlarına mühimmat ve asker yerleştirilmesi, kitle imha silahlarının ve nükleer silahların kullanılması, Ukrayna’nın güvenliğini tehdit edebilecek saldırılar, komşu devletlerde oluşan etnik odaklı çatışmaların Ukrayna’yı etkileme olasılığı, askeri gücün savunma kabiliyetinin düşüşü ve bu yapının giderek siyasileşmesi gibi faktörlerden oluşmuştur. 2003 yılında Ukrayna Ulusal Güvenlik Prensipleri hakkında bir belge yasalaştırılmış, ardından 2004 yılında Askeri Doktrin hakkında bir belge daha yayınlanmıştır. Bu iki belge genelde aynı kapsamda olup genel itibariyle Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek saldırılar, diğer devletlerden gelebilecek toprak talepleri ve devlet işleyişine müdahale girişimleri, askeri istikrarsızlık ve komşu devletlerin aşırı silahlanması en önemli konu başlıkları incelenmiştir. 2004 Ukrayna Askeri Doktrininde ayrıca; terörizm, askeri mühimmat ve Ukrayna’ya komşu devletlerin silah ve mühimmatlarını arttırmaları konuları üzerine yoğunlaşmıştır. Bu doktrinde AB ve NATO’ya üye olarak katılma hedefleri bulunurken, aynı yıl içerisinde Leonid Kuçma tarafından onaylanan bir kararnameyle Ukrayna’nın NATO’ya üye olma hedefi Askeri Doktrin’den kaldırılmıştır. 2005 yılında ise yeni başkan Yuşçenko tekrar Ukrayna’nın NATO üyeliği için Üyelik Eylem Planı’na katılma hedefini Askeri Doktrin’e ekletmiştir. 2010 yılında ise “Ukrayna İç ve Dış Politikasının Temelleri” başlıklı bir güvenlik belgesinde Ukrayna’nın AB üyeliğini hedeflediği fakat askeri ve siyasi birlikteliklere girmeyeceği belirtilmiştir.
Görüleceği üzere Ukrayna, iktidarların değişimiyle AB ve NATO üyeliği konusunda istikrarsız bir politika izlemiştir. Bir devlet ve millet politikasının olmadığı, kişisel istekler ya da çevreden gelen baskılar ya da telkinler sonucu eylem planları oluşturulduğu görülmektedir. Böylesi bir durum ülkenin sürekli sorunlar yaşayacağının garantisi gibi durmaktadır.
Rusya’nın Korkusu
Ruslar kapana kısılmaktan ve kuşatılmaktan çok korkarlar. Tarihten gelen genetik bir korkudur bu. İlk kuşatılmaları (bilinen tarih itibariyle) Kalka Nehri savaşındadır.
31 Mayıs 1223 tarihinde Sobutay Bahadır ve Cebe Noyan önderliğindeki Moğolların saldırıya geçmesi ile başlayan savaştır. Moğollar fazla savaşmadan geri çekildiler. Bu öyle bir çekiliştir ki Ruslar galip geldiklerini düşünerek takip ve başarıdan faydalanma diyeceğimiz bir harekâta başlarlar. Ama Moğolların amacı onları yok edilebilecek bir bölgeye çekmekti. Sekiz günlük kovalamacanın sonunda Moğollar Kalka Nehri denilen nehre vardıklarında savaşmaya başladılar. Bu arada kovalayanlar sarılmıştır. Savaş sonucunda Moğollar kendilerinden 4 kat üstün Rusları kılıçtan geçirir.
Bildiğimiz tarih kesiti içinde Leningrad, Moskova ve Stalingrad kuşatmaları vardır; çok can alıcı ve yıkıcı geçmiştir her biri.
Ukrayna’nın AB ve NATO üyesi olmak istemesi kuşatmanın tamamlanması manasına geldiğinden tepkileri çok sert oldu.
Ukrayna’nın Rusya Açısından Önemi
Her biri ayrı ayrı araştırmaların konusu olacak nitelikte yoğun olan konulara baktığımızda Ulusal Kimlik, Etnik ve Dinsel, Ekonomik, Askeri, Enerji Politikaları Üzerinden Gelişen İlişkiler açısından önemi olduğunu görürüz.
Rusya’nın tarihsel hedeflerinden olan sıcak denizlere ulaşmak için bir koridor olması, Karadeniz güvenliğini sağlamasından ve NATO’ya karşı tampon olmasından dolayı vazgeçilmez bir jeopolitik önemdedir. Bunun yanında, enerji hatları geçiş güzergâhında olması gibi nedenlerle kontrol altında tutulması gereken jeoekonomik değeri çok yüksek bir ülke olarak değerlendirmek mümkündür.
Yeri gelmişken, Kırım’dan[4] bahsetmeden geçmek olmaz. Kırım, bir Ukraynalı olan Genel Sekreter Nikita Sergeyeviç Kruşçev tarafından, 1954 yılında, Pereyaslav Anlaşmasının[5] 300ncü yıldönümü nedeniyle, SSCB’ye bağlı olmasına rağmen, özerk statü ile Ukrayna’ya bağlanmıştır. Maksadı Ukraynalılara iyi niyet gösterisidir.
Bu arada, Donbass bölgesini oluşturan Luhansk ve Donetsk için de, SSCB toprakları olmalarına rağmen, benzer bir jestin SSCB yıkılırken yapıldığını, Ukrayna’da iş yapan vatandaşlarımızdan duydum. Onlara göre Kırım da aynı zamanda verilmiş. Ancak yaptığım araştırmada Kırım’ın yukarıda açıklanan şekilde verildiğini gördüm. Donbass ile ilgili benzer bir doğrulamaya rastlamadım. Böylesi jestler günü geldiğinde geri alınmak üzere verilir uluslararası arenada, bilinmesinde yarar var. Şunu demek istiyorum, çoğu kişi Rusya’nın, amiyane tabirle, Kırım’a çöktüğünü düşünüyor ve söylüyor.
Rusya’yı Savaşa Zorlayan Nedenler Neler Olabilir
Savaşı çıkaran ve büyük suçlu ABD olup AB ise onun dümen suyunda gidendir. Savaşa neden olan bölge Ukrayna olup, ülkesini ateşe atan kişi Volodimir Zelenskiy’dir. Test edilen ise Rusya olduğundan günah keçisi Vladimir Putin’dir. ABD, aslında, sonucun böyle olacağını biliyordu -çünkü Rusya’yı çok iyi biliyordu- ve o sonucu elde etmek için süreci istediği şekilde yönlendirdi. Çünkü kendisi tamamen Asya-Pasifik Bölgesine yönelmek istediğinden geride, bu bölgede hasım olan Çin’i destekleyecek konumda bir Rusya bırakmak istemedi. Rusya’nın yönetiminde bir değişiklik olsun istiyor.
Bunun için de;
1. ABD, Rusya-NATO ilişkisi kapsamında verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı.
2. Özellikle Gürcistan’ı ve Ukrayna’yı NATO üyesi yapmak için çırpındı. Gürcistan çöktü kaldı. ABD, istenmesine rağmen hala bu iki ülkenin NATO üyesi yapılmayacağına dair yazılı güvence vermemiştir.
3. Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki kara bölgesine, NATO tatbikatı adı altında sürekli asker gönderdi ve o bölgedeki ülkelerin askerlerini eğitti. Tüm bunlar Rusya’yı tehdit etmek içindi.
4. Savaş öncesi Ukrayna, Donbass’da Rus ayrılıkçılar üzerine ağır topçu ile atışlara başlamıştı.
5. Romanya, Polonya, Yunanistan ve Baltık ülkelerine nükleer füzeler yerleştirildi. Bu arada, Polonya’ya yerleştirilen füze sistemi için, kara mizah yapar gibi, “İran’a karşı” demiştir.
6. Minsk Anlaşmalarının uygulanmaması. Eylül 2014 Birinci Minsk Anlaşması, Şubat 2015 İkinci Minsk Anlaşması gerçekleşti ve her ikisinden de sonuç alınamadı. Minsk Anlaşmalarının uygulanamamasının altında aşırı sağcı etkinin olduğu gerçeğini yok saymak olası değildir.
7. Ukrayna’daki Azov[6] Taburu[7] Amerikan, İngiliz ve Kanadalı askeri uzmanlar tarafından eğitildi. Bunlar Nazi bayrakları[8] taşıyan, Ukrayna’nın eski Nazi lideri Bandera’yı takip eden kişilerdir. Sağ Sektör olarak da bilinen milis gruplar Zelenskiy döneminde Ukrayna ordusunun içine alındı. Ukrayna’da aşırı sağcı paramiliter örgüt Sağ Sektör’ün eski lideri Dmitriy Yaroş, Ukrayna Silahlı Kuvvetleri Baş Komutanı danışmanı pozisyonuna atandı. Bütün bunlar Amerikan destekli yapıldı.
Tüm Savaşlar İnsanlık Dışıdır
Ülkemin kurucusunun “savaş, mecbur kalınmadıkça cinayettir” sözüne değer veriyorum. Savaşlarla çözüm elde edilmesi çok seyrektir[9]. Her savaş bir başka savaşa neden olmuştur. Geçmişte ve halde sömürgeci olan ülkelerden savaşa meyletmeyeni yok gibidir. Hepsi savaşarak yer edinmek istiyor. Bunun bir istisnası var, o da şimdilik, Almanya. 27 yıl arayla yediği sağlam iki sopadan sonra akıllanmışa benziyor. Kendisi için gerekli olan “hayat alanını” savaşmadan elde etmenin yolunu bulmuş gibi.
Rusya’nın tüm siyasi, ekonomik, ticari zarar verme yollarını denediğinden emin değilim. Stratejinin zorlama ilkesini kullandığını düşünmüyorum. Caydırıcılığı önemsememiş gibi duruyor. Bu savaştan en çok zarar gören olarak çıkacağını düşünüyorum.
Çoğu kişi savaş suçundan, çatışmalar sırasında kullanılan silahların gücünden bahsederek çeşitli yargılara varıyor. Bunlardan birisi de savaş suçu. Bilinmesinde fayda var. Savaş suçu, bence savaşı çıkaranların sırtına yüklenmelidir, savaşanların değil. Savaşan hiçbir “askerin” savaş suçlusu olacağı düşüncesine kimse beni inandıramaz. Savaşı çıkaranlar hep sivillerdir ve hep de diktatörlerdir. Asıl suçlu onlardır. İyi bir asker, savaş karşıtıdır. Savaşa mecbur kaldığında, en kısa ve kayıpsız yoldan işini yapmak ister.
Tam bu noktada en başta bahsettiğim iki Rus askerine geliyorum ve soruyorum: bu iki saf adam ya da benzerleri ruh hallerinin bir an içinde değişmesi sonucu, sağ ele geçirebilecekleri düşmanlarını öldürürlerse savaş suçu mu işlemiş oluyorlar?
Ey ahali, savaşın ilk kaybı masumiyettir. Masumiyetini kaybetmiş bir insan savaş suçlusu olamaz.
[1] Altın liste.
[2] Gümüş liste.
[3] https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2019/09/30/orta-menzilli-nuekleer-kuvvetler-antlasmasi-inf-olmadan-avrupa-guevenligi/index.html
[4] Kırım birkaç cümle ile geçiştirilecek bir gerçeklik değildir. Ancak konu Kırım olmadığı için üzerinde fazla durulmamıştır. Kırım tek başına birçok jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik çıkarı sağlamaktadır.
[5] Bu anlaşmanın sonucunda Ukraynalı kazaklar rus çarlığına biat ederler. Akabinde Polonya ile savaş çıkar ve on üç yıl süren savaş sonunda Ukrayna ikiye bölünür, Kiev ve Dinyeper nehrinin doğusu Rusya’da, batısı ise Polonya’da kalır. Şu anda da Rusya’nın amacı aynı yerleri almak gibi duruyor.
[6] Azov, bizim Azak dediğimiz denizin Ukraynaca ve Rusça adıdır.
[7] Bu tabur niteliğinde olmasa da yakın nitelikte elli kadar taburun varlığından bahsediliyor ve hepsi Ukrayna ordusu çatısı altına alınmış olup bağımsız hareket ediyorlar, bir kuruluşa ait değiller. Bence bu onları terörist yapıyor.
[8] İlginçtir, tüm Avrupa Nazilerden nefret ettiğini beyan ediyor ama öte yandan Naziliği ideoloji haline getirenleri destekliyor. Erdemsizlik, haysiyetsizlik, ahlaksızlık diz boyu.
[9] Milli Mücadele bunun eşsiz örneğidir.
Hits: 2956