
Sultan II. Abdülhamit – II
- 17 Ekim 2022
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; MakalelerMGM Tarih
- 2
Sultan II. Abdülhamit Devrinde Kaybedilen Topraklar
Giriş
Oldukça uzun bir süredir, bazı kişiler tarafından II. Abdülhamit ve onun padişahlığı dönemi ile ilgili aslı astarı olmayan bir sürü iddia atılmaktadır. Bu iddialar, kamuoyunda çeşitli reaksiyonlara sebep olmakta, bir süre sonra bu tartışmalar unutulmakta fakat birileri çıkıp tekrar benzer konuşmalar yapmaktadır. Halbuki Abdülhamit dönemi tarih araştırmaları açısından gizemli ve bilinmeyen bir dönem değildir.
Bu dönemle ilgili olarak bilim adamları (tarihçiler) tarafından Osmanlı arşiv belgelerinden ve döneme ait diğer birinci el kaynaklardan yararlanarak yazılmış birçok kitap, kitap bölümü ve makale vardır. Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmış olan Osmanlı Tarihi isimli eserin 7, 8 ve 9’uncu ciltlerinde de detaylı bilgiler bulmak mümkündür. Bu yazıda, Osmanlı Tarihi isimli eserin bahsettiğimiz ciltlerinden yararlanarak Abdülhamit dönemi ve bu dönemde kaybedilen topraklar hakkında özet bilgi verilecektir.
Padişah II. Abdülhamit Döneminde Yaşanan Gelişmeler
Abdülhamit, oldukça çalkantılı bir dönemin ardından tahta çıkmıştır. Onun iktidarda kaldığı dönemdeki gelişmelerin tohumları amcası Abdülaziz döneminde atılmıştır. Bunlar, ülke içinde ve uluslararası arenada meydana gelen bazı önemli değişikliklerden kaynaklanmıştır. İçerde yaşanan en önemli değişiklik Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk defa ortaya çıkan siyasi muhalefettir.
Daha önce birçok defa meydana gelen ve genellikle Yeniçerilerin ön planda olduğu darbeler sadece Padişah ve/veya vezirlerin değişimiyle sonuçlanıp yönetim şeklinde hiçbir değişiklik yapılmazken Abdülaziz devrinde kurulan Genç Osmanlılar örgütü, devletin siyasi ve idari yapısında değişiklik yapılmasını isteyen bir örgütlü siyasi muhalefet hatta bir siyasi parti olarak ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda 1876 yılında Abdülaziz’i tahttan indirenler sadece padişah değişikliği ile yetinmemiş aynı zamanda mutlakiyet yönetiminden meşrutiyet yönetimine geçmeye karar vermişlerdir. Böylece Abdülhamit, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasasını onaylayan ve ilk meclisini açan padişah olmuştur.
Abdülhamit döneminde ülke dışında yaşanan gelişmelerin temeli de Abdülaziz devrinde atılmıştır. Osmanlı’nın uzun süredir savaştığı Rusya, bu dönemde Türkistan topraklarının çoğunu ele geçirmiş, gözünü Avrupa ve özellikle de Balkanlar üzerine çevirmiştir. Öte yandan, İtalya birliğini sağlamış ve topraklar, yani sömürgeler ele geçirmeye aç yeni bir emperyalist devlet olarak ortaya çıkmıştır.
İtalya’yı Alman İmparatorluğu’nu kuran Prusya takip etmiştir. İtalya ve Almanya’ya büyük topraklar kaybeden Avusturya-Macaristan ise bu kayıplarını telafi etmek için gözünü Balkanlara dikmiş ve Osmanlı toprağı olan Bosna-Hersek’i ele geçirmek için fırsat kollamaya başlamıştır. Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’in ardından Arnavutluk ve Makedonya’ya da el atarak Selanik vasıtasıyla Ege Denizi’ne çıkmak istemektedir.
Yeni kurulan Alman İmparatorluğu, Rusya ve Avusturya’nın Fransa ile kendisine karşı bir ittifak kurmasını engellemek için bu iki devletin Balkanlara yönelmelerini desteklemektedir. Bir tek İngiltere, kendi çıkarları için tehlikeli gördüğünden, bu devletlerin Balkanlardaki statüyü değiştirmesini istememekte fakat Osmanlı İmparatorluğu’nu Balkan Hristiyanlarına bazı tavizler vermeye zorlamaktadır.
Görüldüğü gibi, yeni ve eski emperyalist devletlerin göz diktiği ilk yerler Osmanlı topraklarıdır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, büyük bir tehdit altına girmiştir. Bu durum, sadece II. Abdülhamit döneminde yaşanan savaşlar ve toprak kayıplarına değil I. Dünya Savaşı’na ve bunun sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına da sebep olan en temel etmen olmuştur.
Bu dönemde, Osmanlı’da iç istikrar da oldukça sıkıntılıdır. Abdülaziz’in saltanatı sırasında bazı isyanlar çıkmış ve Balkanlardaki gayrimüslimler bağımsızlık mücadelesine girişmiştir. Ayrıca, padişahın uyguladığı otoriter yönetim tarzı 1867’den sonra halkın hemen her kesiminde tepkilere sebep olmuştur. Bunun sonucunda Padişah, bir darbe ile tahttan indirilmiştir.
Yerine meşrutiyet yönetimini kabul eden V. Murat geçmiştir. Fakat kısa süre sonra Abdülaziz’in bazılarının intihar bazılarının ise cinayet dediği ölümünün de etkisiyle endişeye dayalı bazı psikolojik sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bunun üzerine, V. Murat da tahttan indirilmiş ve yerine II. Abdülhamit getirilmiştir.
Abdülhamit tahta çıktığında, devlet çok büyük tehditlerle karşı karşıya kalmış durumdadır. Osmanlı İmparatorluğu, Sırbistan ve Karadağ ile savaş halindedir. Abdülaziz döneminde çıkan Bosna-Hersek ve Bulgaristan isyanlarının yarattığı sorunlar hala devam etmektedir. Sırp, Hırvat, Sloven ve Bulgarların tek bir devlet altında toplanması propagandaları yapılmaktadır.
Rusya, Slavcılık propagandası ile Balkanlardaki bu gerilimleri kışkırtmaktadır. Bu maksatla, 1876 yılında bir Rus general Sırp ordusunun başına getirilmiştir. Rusya gibi Avusturya-Macaristan da isyanlara destek olmaktadır. Osmanlı, bu çok boyutlu saldırılarla mücadele etmeye çalışırken aynı zamanda ekonomik olarak da çökmüş bir haldedir.
Bu durumdan yararlanan Sırplar, Bosna-Herseklilerin kendileri ile aynı ırktan olduğunu öne sürerek bu bölgede asayişin kendi orduları ile sağlanmasını talep etmiştir. Bu iddiaların ardından, 1 Temmuz 1876’da Sırbistan ve Karadağ ile Osmanlı İmparatorluğu arasında muharebeler başlamıştır. Bu durum, Balkanlarda ve Anadolu’da yaşayan Türk ve Müslümanlar arasında tepkiyle karşılanmış ve her yerde gönüllü birlikler teşkil edilmeye başlanmıştır. Gönüllü toplanması faaliyetlerini, İstanbul’da yaşayan Hristiyanlar bile desteklemiştir.
Bunun üzerine Avusturya ve Rusya temsilcileri, 8 Temmuz 1876’da Reichstad’ta bir araya gelmiş ve yapılan görüşmeler sonucunda gizli bir anlaşma imzalamışlardır. Antlaşmaya göre; eğer Osmanlı ordusu başarılı olursa iki devlet statükonun değişmemesi için baskı yapacak, Osmanlı ordusu yenilirse Sırbistan, Karadağ ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna-Hersek topraklarını bölüşecek, Rusya ise Baserabya ve Batum’u alacaktır. Osmanlı ordusu büyük bir yenilgiye uğrarsa; Bulgaristan, Arnavutluk ve Rumeli de bağımsız olacak, Yunanistan Epir ve Teselya’yı alacak, İstanbul serbest şehir olacaktır.
Savaş başlayınca, Osmanlı ordusu kısa sürede Sırp ve Karadağ saldırılarını durdurmuş ve karşı taarruza geçmiştir. Bu sırada İngiltere’de Gladstone, İngilizlerin Osmanlı’nın yıkılmasını önleme stratejisinden vazgeçilmesi ve Türklerin Avrupa’dan kovulması yönünde konuşmalar yapmaya başlamıştır. Gladstone’un yarattığı baskının da etkisiyle İngiliz hükümeti, Osmanlı hükümetine bir an önce ateşkes yapmasını yoksa Rusların müdahale çatışmalara edebileceğini bildirmiştir.
Hükümet, bunu kabul etmeyerek kendi ateşkes şartlarını açıklamıştır. Fakat ne İngiltere ne de diğer büyük devletler bu şartları kabul etmemiştir. Bunun yerine İngiltere, savaş öncesi duruma dönmeyi ve Bosna-Hersek’e muhtariyet vermeyi öngören kendi teklifini sunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da bu teklifi kabul etmemiştir.
Bu sırada Türk ordusu ilerlemeye devam ettiğinden, İstanbul’daki Rus elçisi 31 Ekim’de hükümete iki aylık kayıtsız şartsız ateşkes ilan edilmesi yönünde bir ültimatom vermiştir. Bunun üzerine, Osmanlı İmparatorluğu ile Sırbistan ve Karadağ arasında mütareke yapılmıştır. Diplomatik görüşmeler başlayınca durumun oldukça riskli olduğunu anlayan Osmanlı hükümeti, İstanbul’da bir konferans düzenlenmesini kabul etmiştir. Konferansa Osmanlı’nın yanında İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Almanya katılacaktır.
Konferans İçin İstanbul’a gelen delegeler, 23 Aralık günü toplanmıştır. Delegeleri etkilemek isteyen Osmanlı hükümeti, top atışlarıyla meşrutiyet ilan etmiştir. Fakat bu durum, delegeler üzerinde beklenen etkiyi yaratmamıştır. Bu gelişmelerden endişeye kapılan Abdülhamit, Sadrazam Mithat Paşa’ya bir muhtıra göndermiştir.
Bu muhtırada hükümetten; Bulgaristan’da halk ve memurlar tarafından yapıldığı iddia edilen zulümler için bir mahkeme kurulacağının ve bu mahkemeye Avrupa devletleri temsilcilerinin de katılabileceğinin, Kanun-u Esasi ile uyuşan ıslahatların yapılacağının, Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında fark kalmayacağının katılımcı devletlere bildirilmesi ve ıslahatların yapılması için süre talep edilmesi istenmektedir. Fakat Mithat Paşa, bu muhtırayı konferansa sunmamıştır.
Görüşmeler başlayınca delegeler, Osmanlı hükümetine bir barış koşulları metni sunmuşlardır. İngiltere temsilcisi hükümete, bu teklifin kabul edilmesini, aksi takdirde önce Rusya’nın Tuna’yı geçeceğini ve ardından Avusturya, İtalya, Yunanistan ve İran’ın saldıracağını, Osmanlı ordusunun sayısal olarak kalabalıksa da subay niteliklerinin yetersiz olması sebebiyle yenileceğini söylemişlerdir.
Bunun üzerine Mithat Paşa, içinde Hristiyan azınlıkların dini liderlerinin de bulunduğu 200’den fazla kişiden oluşan bir Genel Meclis toplamıştır. Meclis’in tamamına yakını teklifin reddetmesi yönünde oy kullanmıştır. Bunun üzerine elçiler ve delegeler İstanbul’dan ayrılmıştır. Mithat Paşa, teklifin reddedildiğini açıklarken İngilizlerin tutumlarından da cesaret almıştır. Çünkü İngiltere, bir yandan tekliflerin kabul edilmesi gerektiğini bildirirken bir yandan da tekliflere mukavemet edilmesi gerektiğini Mithat Paşa’ya hissettirmiştir.
Bu sırada Abdülhamit, halkın hükümete savaş konusundaki verdiği destekten memnun olmakla birlikte halk desteğinin hükümeti bir çatışmaya girmek zorunda bırakmasından endişe etmektedir. Çünkü, İngiliz temsilcisi Salisbury’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya’ya karşı savaşacak durumda olmadığı yönünde kendisine yaptığı açıklamadan dolayı muhtemel bir savaşın ağır bir yenilgiyle sonuçlanmasından korkmaktadır. Muhtar Paşa’nın, ordunun durumu hakkında kendisine verdiği rapor bu endişesini daha da artırmıştır.
Çünkü Rusya, Balkan Hristiyanları hakkında talep edilen ıslahatlar yapılmazsa gerekirse tek başına savaş açacağını daha önceden ilan etmiştir. Ancak Rus hanedanı ve hükümetinde herkes savaş istememektedir. Hiç tanımadıkları Bulgar ve Sırplar için Rus kanı ve parasını harcamak istemeyenler çoğunluktadır.
Ama Çar ve bazı yakınları, savaşta ısrar etmektedir. Bunun görünen sebebi, Slavları ve Hristiyanları kurtarmak olmakla beraber asıl sebebi Osmanlı’da meşrutiyet ilan edilmesidir. Çar ve bazı hanedan üyeleri, son yıllarda giderek güçlenen monarşi aleyhtarı muhalefetin Osmanlı’da meşrutiyet ilan edilmesinden cesaret alabileceğinden korkmaktadır. Meşrutiyet Osmanlı’da başarılı olursa, Rusya Balkanlara da rahatça müdahale edemeyebilecektir. Bu sebeple Osmanlı ve yeni rejimi ezilmelidir.
Bununla birlikte Rusya, hala savaş açmakta kararsızdır. Rusya’nın bu kararsızlığı devam ederken, İstanbul Konferansı’na katılan devletler 31 Mart’ta Londra’da toplanmıştır. Bu toplantıda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Hristiyan tebaası için vadettiği ıslahatları derhal yapması yönünde bir protokol imzalanmıştır.
Muhtemel bir Rus taarruzundan endişe eden Abdülhamit, büyük devletlerin İstanbul Konferansı’nda alınan kararların reddedilmesinin sebebi olarak Mithat Paşa’yı gördüklerini düşünmektedir. Bu yüzden, onu görevden almış ve sürgüne göndermiştir. Bu sebeple, Londra’da alınan kararla İstanbul’daki elçiler vasıtasıyla yeni kurulan hükümete bildirilmiş fakat bu hükümet de alınan kararı reddetmiştir.
Bunun üzerine Rusya, bir gün sonra seferberlik ilan etmiş ve 19 Nisan 1877’de savaş kararını Avrupa’nın büyük devletlerine bildirmiştir. Rusya’nın İstanbul’daki temsilcisi de 23 Nisan’da ülkesinin Osmanlı ile diplomatik ilişkilerini kestiğini hükümete bildirmiştir. Aynı gün Rusya, Osmanlı ile harp halinde olduğunu resmen ilan etmiştir. Bu savaş ilanı duyulunca, Osmanlı’da Meclis ve kamuoyu savaşa taraftar bir tavır sergilemiştir. Ordunun gücü hakkında endişeleri olmakla beraber, Abdülhamit de bu eğilime uymuştur.
Ruslar, 24 Nisan’da harekete geçmiştir. Bir Rus ordusu Tuna’yı aşarak hızla ilerlemeye başlamış ve diğer bir Rus ordusu Kafkasya’dan harekete geçmiştir. Kısa süre içinde her iki cephede de Osmanlı ordusu büyük yenilgilere uğramıştır. Balkanlardan ilerleyen Rus ordusu İstanbul’un kapılarına kadar ilerleyince, iki taraf arasında görüşmeler başlamıştır. Bunun sonucunda Ayastefanos (Yeşilköy)’ta bir antlaşma imzalanmıştır.
Bu antlaşma ile; Karadağ ve Sırbistan Osmanlı’dan ayrılarak bağımsız devlet olmuş ve bu devletlerin sınırları genişletilmiştir. Romanya’nın bağımsızlığı tanınmış, Bulgaristan ise Osmanlı’ya bağlı muhtar bir prenslik haline getirilmiştir. Bosna-Hersek hakkında büyük devletlerin bildirdiği ıslahatlar yapılması, Rusya’ya Doğu’da Kars, Ardahan, Batum ve Beyazit (Karaköse), Balkanlarda ise Dobriçe’nin verilmesi, Hatur ve civarının da İran’a verilmesi kararlaştırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu; Girit, Teselya, Arnavutluk ve Anadolu’da yaşayan Ermeni, Kürt, Çerkeslere ıslahat yapmayı kabul etmiştir.
Rusların bu hızlı başarısı, İngiltere’yi endişelendirmiştir. Bunun üzerine, Rus ve İngiliz delegeleri Londra’da toplanmıştır. Bu toplantıda yapılan mutabakata göre; Balkanlardaki ıslahat ve düzenlemelere diğer devletlerin de katılması ve doğuda Beyazit’in Osmanlı’ya geri verilmesi kararlaştırılmıştır. Gelişmelerden endişelenen Avusturya, Osmanlı’ya bir nota vermiş ve Sırpların Bosna Hersek’i, İtalyanların da Arnavutluk’u işgal edeceğini, Osmanlının buna engel olamayacağını, kendilerinin Osmanlı’nın yıkılmasını istemediğini ve Osmanlı’ya saldırılara karşı koyacaklarını, bu sebeple Bosna-Hersek’e asker sevk edeceklerini bildirmiştir.
Bu gelişmeler üzerine İngiltere, Rusya’nın Anadolu’daki dini ve etnik grupları kışkırtarak etkisini artıracağını ve bunun sonucunda Osmanlı’nın yıkılacağını düşünerek iki alanda harekete geçmeye karar vermiştir. Bunlardan birincisi Anadolu’daki Hristiyanların ve diğer tebaanın durumunda yapılacak ıslahat için Osmanlı hükümetine teminat vermek; ikincisi ise İngiltere’nin bu taahhüdünü yerine getirmesi için Suriye ve Anadolu sahillerine yakın bir yerin İngiltere’ye verilmesidir. Bu yer için Kıbrıs adası uygun görülmüştür.
İngiliz elçisi, bu teklifi İngiltere’de eğitim görmüş olan Mabeyin Müşiri ve Bahriye Nazırı Sait Paşa’ya açmıştır. Teklif kabul edilirse, İngiltere toplanacak konferansta Osmanlı çıkarları için çalışacaktır. Elçi, Abdülhamit tarafından da kabul edilmiş ve aynı teklifi ona da iletmiştir. Konu diğer bakanlardan gizli tutulmuş, sadece Sadrazam Sadık Paşa ve Maarif Nazırı Münif Efendi’ye açıklanmıştır. Abdülhamit yapılan teklifi kabul etmeden önce eski sadrazam Mehmet Rüştü Paşa ile Namık Paşa’nın fikirlerini de sormuş ve bu iki paşa buna karşı çıkmıştır.
Buna rağmen, teklif mazbata haline getirilip imza için Hariciye Nazırı Saffet Paşa’ya sunulmuştur. Paşa teklife itiraz etmiş fakat İngiliz elçisi “Bu anlaşma imzalanmazsa İngiltere Osmanlı lehine çalışmayacak ve donanmasını göndererek Kıbrıs’ı zorla alacak.” deyince imzalamıştır. Bunun ardından Abdülhamid, “Hukuk-u şahaneme asla halel gelmemek şartıyla muahedenameyi tasdik ederim.” diyerek 10 Temmuz 1878’de anlaşmayı tasdik etmiştir. Böylece Kıbrıs Adası, savaşmadan İngiltere’ye terk edilmiştir.
Bundan sonra; Almanya’nın öncülük etmesiyle İngiltere, Avusturya ve Rusya arasında Ayastefanos Antlaşması’ndan kaynaklanan sorunları çözümlemek için Berlin Kongresi toplanmıştır. Konferansta; Sırbistan sınırları bir miktar daraltılmış, Yenipazar ile Bosna-Hersek Avusturya’ya verilmiş ve Karadağ sınırında bazı küçük değişiklikler yapılmıştır. Romanya, halkın çoğunluğu Romen olan Baserabya’yı Rusya’ya vermiş, onun yerine halkın çoğu Türk olan Dobriçe’yi almıştır.
Yunanistan; Girit, Teselya ve Epir’i istemiş ancak sadece küçük sınır düzeltmeleriyle yetinmek zorunda kalmıştır. Bulgaristan, üçe bölünmüştür. Bir bölümü muhtar Bulgar Prensliği yapılmış, bir bölümü Doğu Rumeli adıyla Osmanlı’ya bırakılmış ve bir bölümü de Makedonya adıyla Osmanlı’ya bırakılmıştır. Rusya ele geçirdiği Kars, Ardahan ve Batum’u muhafaza etmiş, Beyazit’i Osmanlı’ya geri vermeyi kabul etmiştir. İngiltere, Kıbrıs’a yerleşecek, Hatur bölgesi ise İran’a verilecektir.
Bundan sonra kaybedilen yer, Tunus olmuştur. İngilizler, Tunus’a ekonomik yatırımlarla girmiş ve demiryolları, havagazı ve su işleri imtiyazını almıştır. Fransa da kendi ekonomik yatırımlarını yapmış ve Tunus’un yöneticisi olan Bey’e büyük miktarda borç para vermiştir. İtalyanlar ise amele ve tarım işçisi olarak Tunus’a yerleşmişlerdir. Üç devlet de Tunus’u kendine bağlamak istemektedir. Ancak bu konuda en avantajlı olan Fransa’dır.
Fransızlar, 1830’da Cezayir’e yerleştiklerinden, Tunus’a komşu olmuşlardır. Büyük devletlerin Tunus’ta gözü olduğunu gören Ruslar, Osmanlı’nın dikkatini Balkanlardan uzaklaştırmak için Tunus üzerindeki hakları açısından Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklediklerini hükümete bildirmiştir. Bismark ise İtalya ile Fransa’yı birbirine düşürmek için Berlin Kongresi’nde Fransız delegesine “Fransa Tunus’a yerleşirse Almanya’nın buna ses çıkarmayacağını” söylemiştir. Bismark, aynı teminatı İngiltere de vermiştir.
1881 yılında, İtalyanlar Tunus hakkında emellerini açığa vurmaya başlayınca Fransızlar bundan rahatsız olmuştur. Bunun üzerine Fransızlar, sınır çatışmalarını bahane ederek 20.000 kişilik bir ordu ile 4 Nisan 1881’de Cezayir’den Tunus’a girmiştir. Fransızları durduramayan Tunus Bey’i, 12 Mayıs’ta Bardo Antlaşması’nı imzalayarak Fransız himayesini tanımaya mecbur kalmıştır. Osmanlı, bir nota ile bu antlaşmayı reddetmiş ve tanımadığını bildirmiştir ancak bundan bir sonuç alamamıştır. Böylece Tunus, Osmanlı’ya sormaya bile gerek görülmeden yerel yönetici ile imzalanan bir antlaşma ile Osmanlı’nın elinden çıkmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, Kuzey Afrika’daki topraklarını kaybetmeye bundan sonra da devam etmiştir. Şimdi sırada, Mısır vardır. Mısır’da Sultan Abdülaziz devrinde çeşitli devlet adamlarına verdiği rüşvetlerle Hidiv olan İsmail Paşa, dedesi Mehmet Ali Paşa gibi Irak ve Suriye’yi de kendisine bağlayarak büyük bir bağımsız devlet kurmak istemiştir. Bu sebeple, öncelikle kendisinden sonra yerine çocuklarının geçmesini sağlayan bir veraset fermanı almış, sonra da Mısır’ı güçlendirmek için büyük ve abartılı yatırımlar yapmaya başlamıştır.
Bu yatırımlar için yeterli kaynak olmadığından, İngiliz ve Fransızlardan büyük miktarda borç para almıştır. Bu borç arttıkça Mısır, bu iki devletin sermayedarlarının kontrolüne girmeye başlamıştır. Borç 100 milyon liraya yaklaşınca, bu paranın faizini bile ödeyemez hale gelmiştir. Bunun üzerine Hidiv, İngiliz ve Fransız delegelerden oluşan bir mali komisyonun kurulmasını ve ülke ekonomisinin onların kontrolüne geçmesini kabul etmiştir. 1878’de ise bir İngiliz ve bir Fransız, Mısır hükümetine nazır olarak tayin edilmiştir.
Hidiv’den sonra şimdi de yabancıların dayattığı vergilerden ve harcamalarda tasarrufa gidilmesi için memur sayısı ve maaşlarının azaltılmasından rahatsız olan halk, yeni hükümete büyük bir tepki göstermiştir. Bu tepkiden endişelenen Hidiv, yabancıları hükümetten çıkarmıştır. Bunun üzerine İngiliz ve Fransızlar, İsmail Paşa’nın oğlu lehine Hidivlikten çekilmesini istemiştir. İşlerin tehlikeli bir noktaya geldiğini gören Abdülhamit, olası bir İngiliz-Fransız müdahalesini önlemek için Hidiv’i azledip yerine oğlu Tevfik Paşa’yı getirmiştir.
Tevfik Paşa, göreve İngiliz ve Fransızlar sayesinde geldiğini bildiğinden, mali kontrolü tekrar İngiliz ve Fransız müşavirlerin eline bırakmıştır. Bu müşavirlerin hazırladığı plan, subay ve memur sayılarını azaltmayı ve bazı harcamaları kısmayı öngördüğünden, devlet işinden ayrılan memurlar ve aydınlar halkla birleşmiş ve ülkede yabancı düşmanlığı başlamıştır. “Mısır, Mısırlılarındır!” söylemini kullanmaya başlayan bu harekete “Vatani” denilmiştir.
1881 yılında bazı subayların görevden alınmasına tepki gösteren Vatani hareketi, Türk ve Çerkeslerin korunduğu iddiasıyla Harbiye Nazırı’nın istifasını istemiştir. Bunun üzerine Hidiv, Vatani Mahmut Sami Paşa’yı Harbiye Nazırı olarak atamış ve Arabi Paşa’yı orduda ıslahat yapmakla görevlendirmiştir. Arabi, bundan sonra Vatani’nin lideri olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Böylece oldukça güçlenen Arabi, meşrutiyet ilanı ve Hidiv’in değiştirilmesi için çalışmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hidiv, yeni bir hükümet kurmuş ve meşrutiyet ilan edileceğini duyurmuştur.
Osmanlı, durumu yerinde tetkik etmek için Mısır’a bir heyet gönderince, Hidiv Tevfik Paşa’nın şikâyeti üzerine İngiliz ve Fransızlar İskenderiye limanına birer gemi göndermiştir. Bunun üzerine heyet, geri dönmüştür. 1881 yılında meşruti yönetimin gereği olarak meclis teşkil edilmiştir. Vataniler, meşrutiyet taraftarıdır ve halk destekleri vardır. Bu sebeple 2 Şubat 1882’de Mahmut Sami başkanlığında bir hükümet kurulmuş ve Arabi Paşa Harbiye Nazırı yapılmıştır.
Bu gelişmeler sebebiyle çıkarları tehdit altına giren Fransız ve İngilizler, 20 Mayıs 1882’de harp gemilerini İskenderiye önlerine göndermiştir. Bunun üzerine Arabi Paşa, savunma hazırlıklarına başlamıştır. Osmanlı da müdahaleye karşı çıkmış ve Mısır’a bir heyet göndermiştir. Bu heyet Mısır’a varınca, İskenderiye’de Müslüman ve Hristiyanlar arasında çatışmalar çıkmıştır. Heyet başkanı, Avusturya ve Almanya konsolosları ile görüşmelere başlayınca İngiliz ve Fransızlar rahatsız olmuştur.
İngilizler, şehirde tahkimat yapılmasını bahane ederek 13 Temmuz’da İskenderiye’yi denizden top ateşine tutmuş ve 15 Temmuz’da karaya asker çıkarmıştır. Bunu işgal için değil, Hidiv’in otoritesini tesis etmek için yaptıklarını ileri sürmüşlerdir. İngilizler, bir süre sonra da Vatanilerin mağlup edildiğini, Arabi Paşa’nın hapse atıldığını ve Tevfik Paşa’nın İngiliz himayesinde Kahire’ye girdiğini, bu sebeple Mısır’da Türk askerine ihtiyaç kalmadığını açıklamışlardır. Böylece İngiltere, Mısır’ı fiilen ele geçirmiştir.
Sonuç
Görüldüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu, II. Abdülhamit devrinde, iddiaların aksine çok büyük topraklar kaybetmiştir. Üstelik bunların bir kısmını (Kıbrıs, Tunus ve Mısır’ı), tek bir mermi atmadan teslim etmiştir.
Bu dönemde sadece iki savaş yaşanmıştır. Bunlardan 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nde Osmanlı ordusu çok ağır bir yenilgiye uğramış, bunun sonucunda Balkanlarda ve Kafkasya’da çok büyük topraklar kaybedilmiştir.
İkinci savaş ise 1897 Türk-Yunan Savaşı’dır. Bu savaşı Osmanlı ordusu kazanmış fakat büyük devletlerin araya girmesi sebebiyle elde edilen başarıdan faydalanmak mümkün olmamış, sadece sınırda Osmanlı lehine bazı düzeltmeler yapılmıştır.
Hits: 63
Sultan II. Abdülhamit – I
- 15 Ekim 2022
AKP OTORİTERLEŞMEK İSTERSE KENDİNİ BİTİRİR
- 20 Ekim 2022