
TERÖR AMAÇLI PATLAYICI KULLANIMI (II)
- 21 Kasım 2022
- Dr. Nihat Akçay
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 8
- Facebook5
- Twitter5
- WhatsApp10
- LinkedIn10
- Telegram10
- Paylaşım
Terörle mücadelenin en önemli zorluklarından birisini “Özgürlükler/İnsan Hakları-Güvenlik İkilemi” oluşturmaktadır. Kural tanımayan, hiçbir yasal kaygısı olmayan, genellikle mevcut anayasa ve siyasal sistemi ortadan kaldırmaya çalışan kişi veya örgütlerle, normal koşullar ve yasalara bağlı kalarak mücadele etmek oldukça zordur. Ancak bir devletin, özellikle demokratik bir devletin, hangi gerekçeyle olursa olsun, kendi vatandaşlarının haklarını ihlal etmesi ve özgürlüklerini kısıtlaması da düşünülemez. 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan vatandaşları, hep televizyonda izledikleri, üçüncü dünya ülkelerinde gerçekleşeceğini düşündükleri terörün kendi ülkelerinde, kendilerini de vurabileceğini görmüş ve büyük bir endişeye kapılmışlardır. Alınan güvenlik önlemleri öyle abartılmıştır ki bazı Amerikalı yazarlar ABD’yi bir “Garnizon Devlet” olarak nitelendirmiştir (Brzezinski, 2005: s.9). Ancak zaman içerisinde olaylar unutulmaya başlamış ve alınan diğer önlemlerle hayat normale dönmüştür. Günümüzde ABD gibi dünyanın tek süper gücünün bile Irak ve Afganistan’da Patlayıcı madde kullanma eylemleri ile mücadele ederken zorlandığı bir gerçektir. Üstelik ABD bu mücadeleyi kendi topraklarında kendi vatandaşlarına karşı değil, bir işgal kuvveti olarak hiçbir kurala bağlı kalmaksızın yürütmektedir.
Terörist örgütler, eğitim, barınma ve benzeri ihtiyaçları için komşu ülkelerden destek alma ihtiyacı duyarlar. Suriye’nin, PKK terör örgütüne uzun yıllar böyle bir imkan sağladığı bilinmektedir. Ayrıca, devlet otoritesinin kalmadığı dönemde Lübnan, Bekaa Vadisinde birçok terör örgütünün eğitim kamplarının bulunduğu bilinmektedir. Bunun gibi Fransız yetkililer de bir süre ETA’nın Fransız topraklarında yaşamasına izin vermiştir (Davias 2002: s.27). Ancak, Teröristlere böyle üsler vermek ev sahibi ülke için birtakım riskler taşımaktadır[i]. Çünkü bu nedenle Türkiye ve Suriye savaşın eşiğine gelmiş, Türkiye’nin kararlılığını gören Suriye, başta Abdullah Öcalan olmak üzere, terör örgütü liderlerini ülkesinden çıkarmak zorunda kalmıştır.
Ayrıca şu bir gerçektir ki terör ve terörle mücadele kendi ekonomik sektörünü yaratmıştır. Uluslararası silah tüccarları bir yandan patlayıcı maddeleri üretip piyasaya sürerken diğer taraftan da patlayıcı madde tespit sistemlerini ve koruyucu teçhizatı üretmekte ve satmaktadır. Dünyanın en önemli Barış ödüllerinden birisinin (dünyanın en büyük patlayıcı üreticilerinden birisi olan) Nobel barış ödülleri olmasına benzer bir ironiyi, son yıllarda çok önemli bir sivil inisiyatifi olan, anti personel kara mayınlarının yasaklanmasını amaçlayan, Ottowa sürecinin dünyanın en az mayın tehdidi altındaki ülkelerinden birisi olan Kanada tarafından başlatılmış olmasında görebiliriz. (Kanada karşı mayın teknolojisi üreten en öndeki ülkelerden birisidir.)
İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA), Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu (ASALA), Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gibi isimlere baktığımızda terörü çağrıştıran hiçbir unsur bulunmamasına rağmen, bu örgütlerin terör örgütü olduğu tüm dünya tarafından kabul edilmiştir. Doğası gereği, terör örgütlerinin hiçbiri, kendisini terörist örgüt olarak görmemektedir. Terör örgütlerin hemen hemen tamamı, amaçlarının dine, ülkeye, siyasi bir amaca, halka, hatta insanlığa hizmet etmek / faşizmle, emperyalizmle ve zalimlerle mücadele etmek olduğunu, şiddetin düşman tarafından başlatıldığını, onların da başka çare kalmadığı için şiddete başvurmak zorunda kaldıklarını iddia etmektedirler. Ayrıca bu örgütler kendilerinin acımasız düşmanlarla savaşta olduklarını iddia eder ve terörizmi savaşta kullanılan bir taktik olarak göstermeye çalışırlar(Candansayar, 2002: s.412).
PKK terör örgütü; “emperyalist, soykırımcı Türkiye Cumhuriyeti’ne ve ordusuna karşı, Kürt halkının meşru savunma, direniş savaşını yürüttüğünü” iddia etmektedir (Özdağ, 2007: s.40). Lübnanlı Şii din adamları tarafından 1978 yılında kurulan, cihat amaçlı terör örgütü Hizbullah; 1985 yılında yayınladığı “açık mektup (el-risal ü’l-meftuha)” ile amacının, “toplumsal değişimi ve toplumsal adaleti sağlamak” olduğunu ilan etmiştir (Alagha, 2006: s.152). 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirdiği “ikiz kuleler” saldırısıyla tüm dünyayı şaşırtan, ABD halkını dehşete düşüren ve dünyanın “terörizm” algısını değiştiren El Kaide ise soğuk savaş döneminde SSCB’nin Afganistan’ın işgalini önlemek ve komünizm ile savaşmak amacıyla kurulmuştur (Burke, 2004: s.41). Söz konusu örgütler kendilerini ne olarak nitelendirirse nitelendirsin şiddete başvurmaları nedeniyle bu örgütlerin “terörist örgüt” olarak kabul edilmesi kaçınılmazdır.
Patlayıcı madde kullanma eylemleri ile mücadelede en önemli hususlardan birisi istihbarat elde edilmesi (doğru bilginin zamanında elde edilmesi) ve sıkı bir kaynak kontrol sisteminin kullanılmasıdır. Kaynak kontrolünden kasıt; patlayıcı madde yapımında kullanılabilecek malzemelerin satışı, taşınması gibi hususların denetlenerek, bir kamyonet dolusu patlayıcı maddenin Metropollere nasıl girdiği ve eylemlerde rahatlıkla kullanabildiği sorularına meydan vermeyecek şekilde tedbir alınmasının sağlanmasıdır. Bunların yapılması ise zaman zaman kişisel özgürlüklerin kısıtlanması olarak algılanabilmektedir.
Bu nedenle, tüm vatandaşların terör eylemlerine karşı (Paranoya oluşturmayacak şekilde) bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Önemli olan husus patlayıcı madde olayının meydana gelmeden önlenmesidir. Ancak patlama sonrası olay yerinde bulunabilecek delillerin kaybolmaması ve kriminalistik uzmanlarınca incelenerek suçluların yakalanması ve cezalandırılması da bu eylemlerin önlenmesine katkıda bulunacak hususlardan birisidir. Türkiye’de patlayıcı madde olayları ile mücadele kapsamında güvenlik güçlerinin çok iyi eğitilmiş ve teçhiz edilmiş birimleri mevcuttur. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri de NATO ve Barış İçin Ortaklık (BİO) kapsamında, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi vasıtasıyla güvenlik güçlerine yardımcı olmaktadır. Yine de tüm bunların olması teröristlerin bu korkunç saldırılarına tamamen engel olamamaktadır.
Bilim adamları ve özellikle siyasi liderlerden sık sık işittiğimiz bir söz vardır; “Terörle, şiddetle bir yere varılamaz”. Bu söz doğasında doğru olmasına rağmen, terörü, şiddeti kullananlara karşı yeterli tepki gösterilemediği için havada kalmaktadır. Bu tür şiddet eylemleri sonucu hedeflere ulaşılabildiğini görmek, diğer terör örgütlerini de cesaretlendirmektedir. Tarihin Gandhi’yi haklı çıkardığı gibi[ii], bizim de bugün” terörle bir yere varılamayacağını” söyleyenleri haklı çıkarmamız gerekmektedir.
Bu çabaların yeterince etkili olamamasında başlıca etkenin; bazı devletlerin terör örgütlerini hasım olarak gördüğü devleti yıpratması için bir araç olarak kullanmak istemesi olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar bazı kişiler terörü, güçsüzün güçlüye karşı savaşı olarak nitelendirip, teröristi isyancı, devrimci, özgürlük savaşçısı olarak adlandırarak terör ve terörizmi masumlaştırmaya, meşrulaştırmaya, en azından anlaşılabilir kılmaya çalışsa da (Chomsky, 1999: s.34) hiçbir günahı olmayan insanları öldürmeyi haklı kılmak mümkün değildir. İnsanları öldürmek kötüdür. Yakarak, parçalayarak katletmek en kötüsüdür. İnsanlık dışıdır, vahşettir, affedilemez. Uluslararası terörizmle mücadelede en önemli iki husus; ortak tutum almak ve terörü kendi çıkarları uğruna araç olarak kullanmamak olmalıdır.
Masum insanların öldürülmesi, vahşettir, insanlık dışıdır ve affedilmemelidir. Bugüne kadar tüm uluslararası kamuoyunda aynı tepki gösterilmediği, şiddete başvuran terörist örgütler bazı ülkelerce desteklendiği için terör olayları bugün önüne geçilemez boyutlara gelmiştir. En kötüsü, bazen devletler, sivil toplum kuruluşları veya bireyler, terörizmi kendi çıkarları uğruna kullanmakta ve bunları desteklemektedir (Chomsky 1999: s.39).
[i] Fransız terör uzmanı Claude Moniquet’nin açıkladığına göre; 1982 yılında Türk diplomatlarını hedef alan Ermeni terör örgütü ASALA ile Fransız yetkilileri arasında bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmaya göre; ASALA Fransa’da herhangi bir harekette bulunmayacak olursa, Fransız polisi örgütün Fransa’yı bir üs olarak kullanmasına göz yumacaktır. Ancak, ASALA üyesi teröristler; Paris’te, Orly Havaalanı’nda, 8 kişinin ölümü, 52 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan büyük bir katliam yaptığında, Fransızlar, teröristlerle anlaşmanın sakıncalarını görerek anlaşmaya son vermişlerdir. Özetle terörist örgütler, zaman içerisinde kendisine yardım eden, kendi çıkarları için onları kullanan devletlere karşı da bir yük ve sıkıntı kaynağı olmaya başladığı ortaya çıkmıştır (Eren, [web]).
PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 Şubat’ında yakalanması, Türk-Yunan ilişkilerinde önemli bir gelişme olmuştur. Yunanistan, dışsal dengeleme politikasının önemli bir ayağı olarak PKK ile üstü örtülü bir organik ilişki içindeydi. Bu durum her ne kadar çeşitli dönemlerde Türkiye tarafından dile getirilmişse de Yunanistan’la PKK terör örgütü arasındaki ilişki bu olayla beraber su yüzüne çıkmıştır. Sonuç olarak Yunanistan bu ilişkinin ortaya çıkmasıyla hem Türkiye karşısında hem de uluslararası toplum nezdinde oldukça zor bir duruma düşmüştür. Dış politika alanında, Türkiye tarafından “yasadışı devlet” olarak itham edilen Yunanistan’ın iç politikası da bu skandaldan etkilenmiştir.Nitekim, Yunan Başbakanı Kostas Simitis bu skandalla beraber, Türkiye’ye karşı sert demeçleriyle tanınan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos’u, İçişleri Bakanı Elekhsos Papadopulos’u ve Kamu Düzeni Bakanı Philiphos Peçalnikos’u görevden almış, stratejik mevkilerde bulunan birçok Yunanlı bürokratın da işine son vermiştir. (Pirinççi. 2003: S.173)
Hits: 93
POLİTİKA YAPMAK BÜYÜK USTALIK İSTER
- 20 Kasım 2022
İMRALI GÖRÜŞMELERİ HAKKINDA
- 6 Mart 2023