
İMRALI GÖRÜŞMELERİ HAKKINDA
- 6 Mart 2023
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 30
- Facebook0
- Twitter0
- WhatsApp15
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
6.3.2023/ ANAKARA
İmralı Cezaevinde cezasını çekmekte olan baş terörist Abdullah Öcalan’a atfen yazılan Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa adlı sözde eser, bu portalda, büyük gürültü kopartan Nevruz Mektubunu da sayarsak toplam yirmi altı bölüm halinde, son bölümü tam olacak şekilde, diğer bölümleri ise önemli kısımları ile aktarıldı. Konu, bir siyasi partinin temsilcilerinin, hükümet izni ile devlet temsilcisi –bazen KGM’nın da katılımıyla– gözetiminde, kendisi ile yaptığı görüşmelerin tutanaklarıydı. Bazı bölümlerde bu tutanaklara, hemen o gün ya da önceki gün, baş teröristin devlet heyeti ile yaptığı görüşmelerin notları da dâhil olmuştur.
Sıra geldi o görüşmelerin irdelenmesine. Aslında bu, her bölüm içinde yapılan yorumlar ile saplamalar şeklinde yapıldı. Ama şimdi “ormana bakarak” bir değerlendirme yapmak daha açıklayıcı olacaktır.
Önce ülkenin terör gerçeğine bakarak işe başlayalım:
Şekli ve koşulu ne olursa olsun, bir yerde terör var ise bu gerçeğin altında devlet yapısı ve hükümet organizasyonu yatmaktadır. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu böyledir. Eğer bir yerde bir terör örgütü varsa ya da hayatını rahat bir şekilde sürdürebiliyorsa orada ona devlet ve hükümet desteği -kısacası iç destek- vardır dahası –bazı durumlarda– o örgütü onlar kurdurmuştur. Bundan sonraki satırları okurken bu gerçeği aklınızdan çıkarmayınız. Çıkaracaksanız, okumayın. Çünkü bir şey anlamayacaksınız ve gerçeğe karşı çıkmış olacaksınız. Unutmadan, biraz uzun olacak, sevilmese de…
PKK Terör Örgütü
Ülkede, mevcut zihniyet iktidara geldiğinde, bir tek PKK terör örgütünden söz etmek mümkündü. Onun da 1990’lı yılların sonunda (1998) bitirildiği ve bunun ispatının “Abdullah Öcalan’ın Suriye’den kovulması” olduğu bir gerçektir. Zaten örgüt bu itirafı yapmıştır. Hal böyleyken nasıl olur da bu örgüt küllerinden canlanır ve ülkeyi yeniden kana boğar? Bunun yanıtı tek bir yerde saklıdır. Mevcut zihniyet yönetime gelir gelmez –artık nereye ne gibi sözler verilmişse– “Ülkede terör meselesi yoktur, Kürt meselesi vardır” dendi. Demokrasinin “Üç Gülünden” ortadaki kısa ve tombul adam da bu katiller için benzer bir laf etmişti: “3-5 eşkıyadan başka bir şey değiller”. Ve bu laf ilk organize eylemini -gerçekleşen Eruh ve Şemdinli, planlanan ama ödleklikten dolayı yapılamayan Çatak baskınları- yapan PKK terör örgütüne en büyük destekti. O günlerde, ülkenin başbakanı tarafından edilen “3-5 eşkıyadan başka bir şey değiller” lafı, örgütü 1998 yılına kadar destekledi. Sağlam bir iç destek olup devletin, hükümetin ve siyasetin en tepesinden yapılmıştı.
Mevcut zihniyetin ettiği “Kürt meselesi vardır, terör meselesi yoktur” lafı ise örgütü canlandırmakla kalmadı, günümüze kadar eylemli hale getirdi. Yine çok kişinin kanı aktı, canı gitti ve çok ocaklar söndü. Ama ne gam, ölenler kendilerinden değil. Alın size en büyüğünden bir adet iç destek daha, tıpkı yukarıda anlatılan gibi devletin, hükümetin ve siyasetin en tepesinden…
Hizbullah Terör Örgütü
Şimdilerde karşımıza Hüdapar olarak çıkan bu örgüt, Batman merkezli olarak Öz İngilizcesi ile zinde/uyanık, Öz Türkçesi ile vigilante[1] olan ve bir zamanlar güney Amerika ülkelerinde sıkça rastlanan bir tarzda ortaya çıktı. O günlerde devletin güvenlik kuvvetlerini rahatlattı ve desteğini aldı. Eylemlerini başlangıçta PKK terör örgütüne karşı koyuyordu ve bu da bıkkınlık yaşayan kolluk güçlerinde memnuniyet oluşturuyordu. Zaman içinde masum insanlara ve bunların her şeyini ortaya çıkaran Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve korumalarını katletmeye kadar gittiler. Bu katliama gerçekleştirenler yakalandı, cezalandırıldı ve hapse girdiler. Dikkat buyurun: şu anda hepsi serbest. 2019 yılında en son adamları da tahliye edildi. Tüm bunların hepsi mevcut zihniyet döneminde oldu. Şaşırmadınız, değil mi? Alın size siyasi, devlet, hükümet ideolojik ve bilumum boyutta iç destek. Biliyor musunuz bu örgüte dış destekten hiç bahsedilmedi. Çünkü zaten yoktu ve olsa da önemsizdir. Ama ne vardı? İç destek vardı, hem de tüm boyutlarıyla… şimdi anlaşıldı mı iç desteğin önemi, dış desteğin ise iç destek olmadan bir anlam ifade etmeyeceği?
O Hizbullah şimdilerde partileştiler ve mevcut zihniyetin safında yer aldılar. Pek tabi ki başka bir cephede olmayacaklardı…
Fetişgil Terör Örgütü
Öteden beri varlığı biliniyordu ama insanlara sempatik gelen yönleri ile ortaya çıkıyordu. İlk defa hakkında “terör örgütü” tanımlaması 2004 yılının ağustos ayı MGK toplantısında, zamanın Hoca lakaplı Genelkurmay başkanı tarafından yapılmıştır: “Cemaat, terör örgütü gibi davranmaktadır.” Evet, haklıydı ama eksikti. Çünkü silahlı terör örgütü denmesi gerekiyordu. Zaten sonra dediler ama mevcut zihniyetin “işine gelmediği” anda dediler. Neden silahlı terör örgütü? O dönemlerde, kimse fark etmese de yargının, TSK’nin, Polisin, Jandarma Teşkilatının, MİT’in içinde çok etkin bir şekilde örgütlenmişler ve istediklerin yapacak seviyeye gelmişlerdi. Hatta ulusalcılığı terörle ilişkilendiren emniyet müdürleri, devletin üniter yapısının çağdışı olduğunu söyleyecek üst düzey MİT mensupları bile vardı. Bu devlet organizasyonların hepsinin silahlı olduğunu hepiniz biliyorsunuz, değil mi?
Mevcut zihniyet, bu terör örgütü ile simbiyotik ilişki içinde olmaktan, özellikle orduya kurulan kumpasta kumpasın sabit çenesi olmaktan, bunlarla beraber yürümekten, ne istedilerse vermekten, bir emirleri olup olmadığının sorulmasından tutun da aklınıza gelebilecek her türlü peşkeşten, paylaşımdan uzak durmamıştı… Sonra da işine gelmediği anda bir tekme ile fosseptiğe yuvarlamaktan çekinmemişti. Ne de olsa tipik bir “benden sonrası tufan” hareketi…
Peki, o toplantının sonunda bu terör örgütüne karşı Bakanlar Kurulu bir şey yaptı mı? Hayır. Mevcut zihniyet, toplantı sonrasında kendisine bu konuda ne yapacağız diye soran o dönemin başbakanlık müsteşarına –şimdilerde yolları ayrıldı– “Sen idari ve hukuki tarafını göğüsle, ben siyasi tarafını göğüslerim” mealinde cümleler kurdu[2]. Devamını ve daha açık halini dipnotta verilen eserden okumanızı öneririm. Tam da bu noktada sormak gerekmez mi simbiyotik ilişkinin ve orduya kumpas kurmanın bir tarafı terör örgütü oluyorsa diğer tarafı en azından organize suç örgütü olmaz mı? Hem sonra neredeyse tüm suç örgütlerinin ileri gelenleri ile çektirilen fotoğraflar medyada arz-ı endam eylerken suçsuzluktan bahsetmek mümkün müdür?
IŞİD, ÖSO ve Bunların İlişki İçinde Olduğu Diğer Terör Örgütleri
Bu örgütler kurulurken mevcut zihniyet seyirci oldu, bir kısmının kuruluşunu destekledi ya da kendisi kurdu, ülke içinde ve dışında her türlü desteği verdi. Ve en sonunda onlarla (IŞİD) savaşmak zorunda kaldı. Savaşırken hayatını kaybedenler kimdi? Bu ülkenin masum evlatlarıydı ama o terör örgütleri desteklenirken o vatan evlatlarına sorulmadı. Zaten ölüme gönderilirken de sorulmadı… Ne de olsa “ölenler öldü, kalan sağlar bizim” müptezelliği… Şimdi sıra ÖSO ile savaşmakta. Az kaldı onlarla da kafa kafaya girilecek. Her ay, ÖSO için, ülkemiz tarafından, terörist başı 500 USD maaş verildiğini söyleyen yetkiliye “verilmezse ne olur” diye sorduğumda “bize düşman olurlar” lafını bu kulaklar işitti. Korkaklığa bakar mısın? Kur, besle, destekle, tımar et, cebine para koy ve KORK! İşte, budur! Ülkenin mevcut zihniyet döneminde geldiği nokta şahikalar üstünde harikalar yaratıyor.
Türkistan ve Afgan Kökenli Terörist-Askerler
Bunların örgütlenmeleri ve sahneye çıkmalarına az kaldı, an meselesi. “An”ın yenilgiyle sonuçlanacak bir 15 Mayıs 2023 sabahı demekte bir sakınca olduğunu düşünmüyorum.
Özetle, ülke yönetimine, mevcut zihniyet geldiğinde terörün esamisi okunmazken gelinen noktada en az yarım deste terör örgütü gece gündüz cirit atıyor oldu.
Tüm bu sayılanlar teröre iç destek değildir de nedir? Siyasi destek değildir de nedir? Devlet desteği değildir de nedir? Hükümet desteği değildir de nedir?
Şimdi de bazı tespitlerle devam edelim:
1.Terör ile mücadele başkadır, terörist ile mücadele başkadır. Genelde, terörist ile mücadele terör ile mücadele olarak seçmene yutturulmuştur. Kürt oylarına talip olmak, onları sürekli kandırmak terörle mücadele değildir, terörü körüklemektir. Terörle mücadele bu satırlarda anlatılamayacak kadar derin ve geniş olup toplumu ilgilendiren her türlü yaşam alanını kapsar. Ekonomiden tutun da o eğitim-öğretimden, spordan devam edin ve sağlıktan çıkın… Kapsam son derece geniştir ve hiç üzerinde durulmamıştır.
2.Bu toprakların bazı gerçekleri vardır. Bir tanesi “neye inandığını bilmeyene” dindar denilmesidir. Bir başkası ise “neye inandığını bilmeyeni itina ile maddi-manevi her yönü ile her türlü söğüşleyene” dinci denmesidir. Bu iki grup son yirmi yıla, önceki dönemleri kat be kat aşarak, resmen ve fiilen, damgalarını vurmuşlardır. İlginç olan ise her iki kitlenin birlikte seçmen konumunda olmasıdır. Siz artık düşünün bunların kimi seçeceklerini… Dindar kesim, dinci kesimin kandırmasına açıktır çünkü neye inandığını bilmiyor, hep kulaktan dolmadır, okumamıştır, gözüyle görmemiştir, eliyle tutmamıştır, kafasında evirip çevirmemiştir. Dinci kesim kesinlikle kişisel çıkar odaklıdır ve hep o dedikleri Allah inancı ya da korkusunu asla yaşamazlar. Zaten bu pisliklerin yaptıklarına bakarak bile dinlerin ve olduğu iddia edilen Allah’ın olmadığını görmek mümkündür. Allah, din ve o sürekli bahsedilen cezalandırmalar, denildiği gibi olsaydı bu adamlar yeryüzünde yaptıkları ahlaksızlıkları yaparlar mıydı?
Mevcut zihniyetin sorumlu makamlarından birinde bulunan –önceden mevcut zihniyet düşmanı– HAS kişi “seçmenin en az %65’i bir şekilde bize oy verdi” dedi. Doğrudur ama yetersizdir. Bence bu rakam en az %75 olmalıdır. İşte bu en az %65 rakamı –o kesimin ağzıyla– 2007, 2011, 2015, 2019 genel seçimleri ile yerel seçimler –2019 hariç– cumhurbaşkanlığı, anayasa referandumları gibi bir çeşit GÜVENOYU anlamında olan oylamalarda mevcut zihniyeti destekledi. Bu destek, onun uyguladığı politikaları onaylamak demektir. Kısacası, ülkede hiçbir terör örgütü yokken en az yarım deste terör örgütüne sahip olunmasını seçmen onaylamıştır. Yeri gelmişken, söylemekte fayda var. “DHKP-C terör örgütü değil midir” sorusunu duyar gibiyim. Evet, terör örgütüdür ancak, ihmal edilebilir eylem seviyesindedir.
3.Sürekli olarak örnek verilen Muaviye’nin devesi hikâyesi bu dönemde gerçek olmuştur. Resmen beyaza siyah, siyaha beyaz denmiştir ve seçmen tabakası bunu yutmuştur, pardon teşnedir.
4. Bakmayın siz, bol sayıda üniversite açılmasına. Halk, “terfien azil” uygulamasında olduğu gibi okullu edilerek bilgisizleştirilmiştir. Zaten bilgisizliğin öne alındığı, bazılarının -bu lafı eden profesördür- “Cahil halkın ferasetinin bilgiliden daha iyi olduğu” mealinde edilen sözlerinde ve yaklaşımlarında açıkça görüldü. Pek tabi ki kendisini de ferasetten yoksun kıldı böylelikle.
Yeni kurulan ve yeterli akademik kadrosu bulunmayan üniversiteler, üretim çağındaki kişilerin işsizliğini zamana karşı öteleyen ve her yeni öğretim sezonunda mevcut zihniyete zaman kazandıran bir işlev görmektedir ve zaten başka bir işe yaramamaktadır.
5.Bu topraklarda yaşayanların büyük bir kısmı kısa süreli hafıza sahibidir. Zaten devlet aygıtını ele geçiren zihniyetler, halkın arşivsiz ve hafızasız olmasına çabalamıştır ve hep buna oynamıştır. Bunu, bir tek, laik cumhuriyeti kuran irade yapmamıştır, bilgiyi işaret etmiştir. Hafıza ve arşiv bilgi demektir, bilgi ise yanlışın uzaklaştırılması demektir.
6. Teröre ve teröriste iki destekten bahsetmek mümkündür. Birincisi iç destek ki en önemlisi budur, olmazsa olmaz çünkü örgüt kurulamaz. İkincisi ise dış destektir ve her zaman vardır, olmasa da olur.
İç destek; örgütü kurdurma ya da kurulmasına göz yumma, siyasi destek, yaşam alanı bulmasına olanak sağlamak, devlet ve hükümet desteği gibi birçok alt başlığa ayırmak mümkündür. İç desteğe örnek vermek gerekirse,
-Terör örgütü ile görüşülmesi (Oslo ve İmralı görüşmeleri).
-Yaşam alanı sağlanması. Hendek Savaşları dediğimiz sürece gelirken örgütün her yeri silah ve mühimmat deposuna çevirmesi ve savunacağı bölgeleri patlayıcı madde ile tuzaklaması ve buna devletin, bilmesine rağmen, müdahale etmemesi ve bunu zamanın en yetkili kişisinin halkın gözünün içine baka baka itiraf etmesi.
-Devletin güvenlik güçlerine operasyon izni verilmemesi. Bu da itiraf edildi, valilere hükümet tarafından operasyon yapılmaması yönünde talimat verildiği yine zamanın en yetkili kişisi tarafından açıklandı.
Dış destek çok önemli olmamakla birlikte örgütün elini silah, cephane, para, eğitim desteği, malzeme yardımı gibi konularda rahatlatmıştır. İç destek verenler ve bazı bilgisiz devlet çalışanları, kendi suçlarını saklamak için hep dış desteği kötülemişlerdir ve dikkatlerin onun üzerinde olmasına gayret etmişlerdir. İç destek olmayan yerde dış destek olsa ne olur? Bir adım bile ileri gidilmez. Zaten iç destek yoksa terör örgütü de olmaz, kurulamaz, başka ülkelerin insanları mı gelip örgüt kuracak? Haliyle dış desteğe gerek olmaz.
Bu gerçekler ve tespitler ışığında İmralı görüşmelerine bakıldığında, ülkeyi yöneten zihniyetin, teröre çözüm bulmaktan ziyade “böyle yapıyormuş gibi görünerek halkın iradesini kendi maddi ve manevi çıkarları yönünde kullandığı” değerlendirilebilir. Zaten, yönetimi ele geçirir geçirmez “Bu ülkede terör meselesi yoktur, Kürt meselesi vardır” diyerek iç destek sağlayan bir zihniyetin, terörle mücadele etmeyeceği, ediyor gibi görüneceği bir gerçektir. Daha iyi anlaşılması için, burada, gerçek yerine “hakikat” mi denmeliydi?
İmralı görüşmelerinden ne elde edilmek istendi diye düşünüldüğünde, iktidar sahiplerinin bu görüşmeleri bir oyuncak gibi gördüğü ve bununla seçimleri kazanmak için uygun bir şekilde oynadığını görmek mümkündür. Bazen görüşmeleri kestiler. Bundan maksadın en düşük seviyede görüntü sergileyen seçmenin gözüne girmek olduğunu değerlendirmek mümkündür. “Bakın biz görüşmeleri keserek terörist başına haddini bildiriyoruz” türünden bir hava yaratıldı. Onunla görüşmek ve oy devşirmek için çaba gösteren siz değil miydiniz? O zaten hapiste ve haddi bildirilmiş durumda; onu canlandıran siz değil miydiniz? Bazen görüşmelere gidenlerin oraya ulaşmasına engel oldular. Bazen görüşme heyetine isim temelinde itiraz edildi. Bazen içerdeki terörist başının avukatlarıyla bile görüşmesi engellendi. Bunlar, hep, o feraset sahibi olduğu iddia ve beyan edilen cahil halk var ya, işte, ona yönelik mizansenlerdi. Tüm bu mizansenler hep de seçim öncesi dönemlerde canlandırıldı ya da kesildi. Kamuoyunun tepkisine bakılarak ya görüşmeye başlanıyordu ya da kesiliyordu tıpkı hiç inanmadıkları halde imzaladıkları İstanbul Sözleşmesi gibi. Ne zaman oya ihtiyaçları oldu İstanbul Sözleşmesi imzalandı, ne zaman bu sözleşmeden dolayı oy kaybettiler o zaman sözleşmeden çekildiler. Burada önemli olan kendi çıkarlarıdır, halkın ihtiyaçları değildir. Ne de olsa önemli olan oy kaybetmemek ve ölene kadar iktidarda kalmaktır, başkasının canı çıkmış neyine.
Teröristle mücadele en basit anlamı ile onun ortadan kaldırılması ile gerçekleşir. Şimdilerde buna “etkisiz hale getirmek” deniyor. Bunda bile bir işlem süreci vardır.
Terör ile mücadele çok kapsamlıdır ve çok zaman alır. Zaten, gelmiş geçmiş tüm siyasiler[3] bundan korktukları için terörle mücadeleye girişmemişlerdir. Halen dahi girişilmiş değildir.
Abdullah Öcalan
Terör örgütünü 1978 yılında Diyarbakır ili Lice ilçesine bağlı şimdiki ismi Ziyaret eski ismi Fis olan köyde kuran ve yakalanana kadar liderliğini yapan kişidir. Mevcut zihniyet döneminde de liderliğe devam etmedi değil… Bu köy, Diyarbakır-Lice karayolunun hemen doğusunda olup Diyarbakır’a 70, Lice’ye ise 20 km mesafededir.
Belirtmekte yarar var, örgüt kurulduktan bir yıl sonra ABD örgütle temas kurar. Bunu 2022 yılının son döneminde itiraf ettiler. Buradan da anlaşılacağı üzere örgütü kurduran ABD değildir ama en ciddi destekleri sağlayandır.
Hakkında ileri sürülen ama cezalandırıl(a)madığı bilinen, Diyarbakır’da bir adamın cinayetine karışması iddiası dışında elini kana bulamışlığı olmayan biri gibi duruyor. Ancak binlerce insanın ölümünü emreden ve bu haliyle azmettirici olan biridir.
Kendisi tüm Kürtleri “ihanet şebekesi” olarak tanımlarken kendisini bunun dışında tutuyor mu bilinmiyor ama en büyük ihanet kendisi tarafından yapıldı. Kürt halkına sözde Kürt Davası için yola çıktığını dikte ederken, yakalandığında “Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmete hazırım” demiştir. İşte, bu en büyük ihanettir. Sen o cumhuriyeti Kürt düşmanlığı ile suçla, akabinde de o cumhuriyete hizmete hazır olduğunu beyan et. Böylesi bir adamın o anda ortadan kaldırılması gerekirken mevcut zihniyete yol haritası çizen, Kürtlere başkanlık eden, açılımın en önemli ayağı olan, nam ve şan alanında “İmralı” payesini alarak terfi eden bir konuma gelmesine ne demeli?
Kadın düşkünü ve kadını mal gibi gören biridir. Örgüte giren ve eli ayağı düzgün olan kadınların büyük bir kısmı tezgâhından geçmiştir. Zaten, aktarılan bölümlerde heyetteki kadınlara “asılması” ile bunu ortaya koymaktadır. Ayrıca bir sekretarya isteği vardır ve bunun kadınlardan oluşmasını hayal etmektedir.
Bu adam aynı zamanda psikopat ve sosyopattır tıpkı, istisnasız, tüm diktatörlerin olduğu gibi. Bu haliyle ilişkiye girdiği herkesi de aynı özelliklerle bezer. Kör ile yatan şaşı kalkar misalinde olduğu gibi, onun bu durumu, çizdiği yol haritası ile yürüyenleri psikopat ve sosyopat yapmaz mı? Ya onunla el sıkışanları? Ya onu en iyi anlayan adam olduğu söylenenleri? Öyle ya da böyle, feodalitenin ulaşacağı nokta budur.
1987 yılı eylül ayı ile 1997 yılı ağustos ayı arasındaki 119 ayın 86 ayında bu örgütün yarattığı katliam ortamında bulunmuş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, o dönemde, uzaktan bakıldığında, dünyanın en iyi yönetilen terör örgütüydü. Bunu nasıl sağlıyordu? Abdullah Öcalan benzeri olan diğer sosyopat ve psikopat diktatörlerin aksine, çok okuyan ve derinlemesine araştıran biridir. Bu örgütü kurmadan önce de böyleydi, örgütlüyken de şimdi de böyledir. Bu kendisine ciddi bir bilgi birikimi sağlamakla birlikte organizasyon yeteneği vermemektedir. Peki, nasıl yaptı? Çevresine başlangıçtan beri bulabileceği en iyi adamları topladı, zamanı geldiğinde onlardan kurtulmak üzere… Bu kişileri yeteneklerine ve örgütün ihtiyaçlarına göre kullandı ve zamanı gelince, kendisinden daha fazla üne kavuştuklarında, onları öldürttü. Buna en iyi örnek Agit (tilki) kod adlı Mahsum Korkmaz’dır. 1986 yılında Siirt kırsalında bir gece çıkan çatışmada görevlendirdiği kişi –fırsat bu fırsattır diyerek– Mahsum Korkmaz’ı ensesinden vurarak öldürdü. O çatışmayı yaşayan tim komutanı ile konuyu 1987 yılında konuşmuştum. Örgüt Mahsum Korkmaz’ın öldüğüne inanmadı. Ne zaman Bekaa Vadisinde adına akademi açıldı -1989- işte, o zaman inandılar. Çünkü onlara göre Tilki çok kurnazdır ve asla ölüm onu yakalayamaz. Evet, kurnazdır ve iyi bir askeri liderdir ama kötü bir SİYASETÇİDİR. Yalaka değildir, korkak değildir, her tarafı oynak değildir, yalan konuşmaz ve yalana karşıdır, hakkaniyetlidir ve astları kendine çok bağlıdır… Bu arada fark ettiyseniz siyasetçilerde olmayan özellikleri, daha doğrusu tersi olan özelikleri saydım. Tilki’nin bu nitelikleri ölümünü getirdi. Bu bakımdan Abdullah Öcalan iyi siyasetçidir.
Çünkü terörist başı, zaman içinde kendisine rakip olacağını gördüğü için ondan kurtulmayı göze aldı ve bir tetikçi ile kurtuldu. Öne çıkan bazı terörist liderler bu olaydan örnek alarak gruplarına sonradan katılan tipleri, özellikle de merkezden –Bekaa– gelenleri bir zaman sonra, genelde de eyleme gitmeden az önce öldürtür oldular. Doğru bir çözüm. Alın size Kürtün Kürt’e yaptığı kıyam. Başlatan kim? Terörist başı. Ölenler kim? Kürtler. Peki, o terörist başı Kürtleri zulümden kurtarmayacak, özgür kılmayacak mıydı?
Sadece bir örnek olarak bunu verdim, bunun gibi yüzlerce örnek var.
Örgüt içinde istenmeyen, rütbesi ne olursa olsun, çok kişi bu şekilde öldürüldü. Çok sayıda kadın da bu şekilde öldürüldü. Örgütte cinsel ilişki yasaktır. Oldu canım. Olacak iş mi bu? Hem kadın olacak hem de ilişki olmayacak. Takım ve bölük komutanı seviyesi ve daha üstü teröristlerin ilişkiye girdiği çok sayıda kadın vardı bunların büyük bir kısmı öldürüldü. Neden olarak da hamile kalmaları gösterildi. Bu ilişkiye tanık olan erkek teröristler de öldürüldü. Öldürülmeden önce “öz eleştiri” vermeleri istendi hep. Alın size Kürtün Kürt’e yaptığı bir başka katliam daha. Hani zulümden kurtarılacaklardı? Asıl kendi zulümleri ile öldürüldüler.
Aynı şekilde örgüt içinde gerçekleri görenler de öldürüldü, hain damgası vurularak. Gerçek neydi? Gerçek, örgütün Kürtleri kurtaramayacağı, önce karşı olduğu ağalar ile sonra iş birliğine gittiğini, örgütün başlangıçtaki amacından saptığını ve özellikle Avrupa ülkelerinin vekâlet savaşçısı olduğunu görmeleri ve bunu dillendirmeleridir.
Kısacası öldüre öldüre özgürleştirilecek Kürt kalmayacak hale gelinmesi bile söz konusuydu.
İşte, bunlar ve benzeri uygulamalar örgütü dışarıdan bakınca sert bir görüntü sergiler halde gösteriyordu. Bu da iyi bir yönetimi düşündürtüyordu.
Vekâletini aldıkları ABD ve AB ülkelerinin gizli servisleri ve kısmen ordu unsurları, terör örgütünü hem kendi ülkelerinde hem de örgütün ana kamplarında eğittiler. Sürekli istihbarat paylaştılar. Yeni silah ve malzemeyle donattılar.
Bunun yanında eğitim olarak gerçekten çok ilerideydiler. Hem ideolojik eğitim hem siyasi eğitim hem de askeri eğitimde… Bu ciddiyet ve bilgi bunları çok ileri seviyelere taşıdı ve iyi yönetiliyor görüntüsü verdi. Öyle ki Tece (T.C.) dedikleri devletin güvenlik güçlerini önlerine katıp kovalama noktasına kadar geldiler. İşte, bu süreç “Stratejik Taarruz” süreciydi.
Burada bir ara vererek bazı bilgileri sunmalıyım.
1984 yılının 15 Ağustos’unda ilk eylemlerini yapan örgüt, 1986 yılının sonlarında tamamen yok edilemese de eylemsiz hale getirilmişti. 1987 yılının bahar ayları geldiğinde, örgütün zinde bir şekilde eylemlerine devam ettiği görülür. Bitirildiği düşünülen örgütün, yeniden eylemli hale gelmesini iç destekten başkası başaramaz. Peki bunu kim ya da kimler sağladı?
Bu tarihten sonra girişilen mücadelenin sonuçları 1989 yılının sonbahar aylarında alınır ve örgüt yeniden eylemsiz hale getirilir. Çok geçmeden bir el yine devreye girer ve örgütü 1990 yılının bahar aylarından itibaren çok ciddi bir eylem süreci içinde görürüz. Devreye giren el iç destekti ve siyasi kökenliydi. Bu süreç 1993 yılının ikinci yarısının başına kadar devam eder. Bu sürece, yukarıda bahsettiğim gibi örgüt Stratejik Taarruz adını vermiştir. Doğrudur, taarruzdaydılar ve bu süreçte ele geçirdikleri vatan toprakları oldu ama yarım gün bile tutamadılar. Çok ciddi kalkışmalar denendi ama başaramadılar.
Stratejik Taarruz dedik. Bu demektir ki Stratejik Savunma ve Stratejik Denge de vardır. Pek tabi ki Stratejik Geri Çekilme de… Örgüt kendi içinde 1984-1989 yılları arasındaki süreci stratejik geri çekilme, savunma ve dengenin gerçekleştirildiği yıllar olarak değerlendirir. Dengeyi sağladığı anda taarruza geçmiştir.
Taarruzu 1993 yılının ikinci yarısında kırılmıştır. Peki, bu süreçte başarılı olmuş mudur? Hayır, istediği alanları ele geçirememiştir, ülke içinde bağımsızlığını ilan edip rahatça yaşayabileceği bir alana sahip olamamıştır. Ancak çok sayıda vatandaşın kaybına ve şehit olmasına neden olmuştur. Bunun yanında kendisi de yıpranmıştır ve savunmaya geçmiştir. Bu süreç örgütün bitirilmesine kadar ilerlemiştir ve örgüt 1998 yılında teslim bayrağını çekmiştir. Akabinde Şam yönetimi Baş Teröristi kovmuştur ve bu adam yeryüzünde kendine yer bulamaz hale gelmiştir. Süreç Kenya’da Türk makamlarına teslimi ile son bulmuştur. Yargılanmış ve tüm suçlamaları kabul etmiş, yasada karşılığı olan ceza ile cezalandırılarak hapse konmuştur. Dönemin başbakanı “Ben de anlamadım bunu bize niye verdiklerini” demiştir. Kimse bu adamın Türkiye’ye verilmesinin pimi çekilmiş bir el bombası niteliğinde olduğunu o zaman anlamamıştır.
İşte, ne olduysa bu andan sonra olmuştur. Sadece bu konu ile ilgili olarak değil, Türkiye’nin dünya sahnesinde alacağı rollerin ve etkinliğinin ne olacağını değerlendiren ABD, AB ve yandaş ülkeleri devreye “devre kesici” sokmuşlardır ve süreç “Terör meselesi yoktur, Kürt meselesi vardır” şekline evirilmiştir. Bu devre kesici mevcut zihniyet öyle bir zamanda devreye sokulmuştur ki ülke, sanayide, ekonomide ve ticarette gerçekleştirmek üzere olduğu sıçramayı yapamamıştır. Dahası tüm üretim altyapısı devre kesiciyi devreye alanlara ve yandaşlara “işletmelerin bir yıllık kârı ya da vergisi karşılığı” satılmıştır. Hem de kasasındaki nakitlerle. Zaten o nakitler o işletmeyi satın almaya fazla fazla yetiyordu. Neyse, konumuz bu değil.
Dünyanın hiçbir yerinde teröristle ya da terör örgütü ile görüşülmez. Yakalananı ya da teslim olanı sorgularsın, olur biter. Sadece vereceği bir bilgi varsa dinlenir ve iş birliğine gidilmez. Bu gerçek o %65’lik seçmenin gözünden çeşitli yalan propagandalarla, karartmalarla, perdelemelerle kaçırılır. İspanya, İngiltere gibi ülkelerin yaşadıkları ve terör karşısında ne yaptıkları eğilip bükülerek %65 kandırılır. Oysa hiçbir ülkenin dinamiği bir başkasına benzememektedir. Ama gel de bunu dişi deveye erkek deve diyenlere anlat.
Mevcut zihniyet ne zaman oy ihtiyacı duysa o zaman bir süreç başlatır ve gitmekte olan oyları geri kazanır, üstüne yenilerini ekler. Başlattığı süreç ters teper gibi olduğunda ise hemen süreci keser, soğutur ve yeniden ihtiyacı olana kadar bekletir. Abdullah Öcalan, bu konuda mankenlikten ileri gidememiştir, hatta bazen şebek rolüne çıkarılmıştır. Kendini -görüşme tutanaklarında okudunuz- harç-ı âlem gören terörist başı bile çoğu zaman şebek olduğunu anlasa bile girdiği yoldan çıkmamakta ısrar etmiştir. Bu yönüyle görüştüğü kişilerden daha iyi bir yapı sergilemiştir.
Öncesinde Oslo’da başlayan görüşmeler daha sonra artık bir hükümlü olan ile devam ettirilmiş ve ona adeta özgür vatandaş gibi ilgi gösterilmiştir. İmralı ile dans diyebileceğimiz süreç böylece başlar.
Öncelikle, hepsini internette bulmanız mümkün olan ve dans -yatay arzuların dikey tatbiki olan dans, İslam’da yasaktır- esnasında fısıldanan aşk cümlelerine -ben aşk cümlesi diyeyim siz iç destek olarak okuyun- bakalım:
“PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan varsa bana söylesin.” – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
“Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var. O, bölgenin yeni aktörüdür.” – Dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan
“Sayın Öcalan’ demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan biz çıkardık…” -Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç
“Abdullah Öcalan, Kürtlerin lideridir. Onun mesajları bizim de düşüncemizdir…” -Eski Devlet Bakanı Beşir Atalay
“Öcalan’ın durduğu yer Türkiye’ye katkı sağlıyor. Çok değerli şeyler söylüyor.” -Eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner
“Abdullah Öcalan dünyanın geleceğini iyi okuyor. Onun talepleri normaldir, meşrudur.” -Eski AKP Milletvekili Yasin Aktay
“PKK terör örgütü değildir… Apo, Türkiye için fırsattır. Yeniden devreye girmelidir.” -AKP Milletvekili Orhan Miroğlu
“Öcalan, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkı sağlayan bir yerde duruyor.” -AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner
“Bunlar, tarihi filan bilmiyorlar… Dünyada gelişmiş güçlü ülkelere bakarsanız, bunların hiçbirinde eyalet korkusu diye, eyalet endişesi diye bir şey yoktur. Osmanlı’ya baktığımız zaman, o güçlü Osmanlı’da mesela çok daha enteresan Lazistan Eyaleti var, Kürdistan Eyaleti var… Eyaletler sistemi konusunda o hoşgörüyü hala yakalayabilmiş değiliz.” Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan:
“Abdullah Öcalan Ortadoğu’da Türkiye’nin önünü açıyor.” Yiğit Bulut:
“Öcalan, dünyanın geleceğini iyi okuyup Kürtlerin, PKK’nın, kendi tabanının önüne yeni bir hedef koymuştur.” AKP MKYK üyesi Yasin Aktay:
“Öcalan bölgenin ve Türkiye’nin reel politiğini daha sağlıklı değerlendiriyor. Geçmişteki yaklaşımıyla şimdiki arasında pozitif fark var.” Adalet Bakanı Sadullah Ergin:
“Ben Öcalan’ın süreci diğerlerinden daha doğru okuduğunu düşünüyorum… Olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi vardır. Dikkat ederseniz onun verdiği mesajlar diğerlerinin verdiği mesajlara göre sürecin geleceğini daha çok düşünen bir hassasiyeti yansıtıyor” Başdanışman Yalçın Akdoğan:
“Beğenin ya da beğenmeyin, Öcalan Kürtlerin lideri. Bir mekanizma oluşturduk. MİT Öcalan’la görüşüyor. Biz BDP’lilerle görüşüyoruz, onlar da Kandil’le görüşüyor” Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay:
“Şimdi PKK terörist bir örgüt mü? Hayır PKK terörist bir örgüt değildir. PKK kendi topraklarında belli bir siyasi programı hayata geçirmeye çalışan bir politik harekettir” AKP Milletvekili olan Orhan Miroğlu:
“Öcalan’ın aslında durduğu yer, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkı sağlayan bir yer… Öcalan İmralı’da çok anlamlı, çok değerli şeyler söylüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesine de katkı sunabilecek çok anlamlı şeyler söylüyor.” AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner
“Çözüm süreci içerisinde valilerimiz verdiğimiz talimat doğrultusunda şu andaki gibi operasyonlara girmiyordu. Belki kendilerine çeki düzen verirler diye. Bunun ardında bir hazırlık safhasına girdiler.” Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Bize PKK silahları ile her gün köylerde ama siz bunlara bir şey yapmıyorsunuz. Yani halkın şöyle söylediğini biliyorum. Üzerinde silah olan bu PKK’lı teröristler karakolun önünden geçiyorlar, onlara el sallıyorlardı. Asker de onlara hiçbir şey yapmıyordu. Durum biraz böyleydi. Ama bunun bir tek sebebi vardı. Tekrar terörün hortlamaması, siyasi görüşmelerin bir sonuca ulaşması.” Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç:
“Öcalan’ın duruşu daha milliydi. Orta Doğu’nun barışına ve Türkiye’nin bugünkü çözüm sürecine uygun yöntemler geliştirmesine katkı sunuyordu… Öcalan’ı sürekli basın karşısında tutarak anlamsızlaştırırsınız, etkisizleştirirsiniz, itibarsızlaştırırsınız. Biz Öcalan’ın pozisyonunu korumaya çalışıyoruz, etkin pozisyonunu korumaya çalışıyoruz.” AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu:
Gazetecilerin fısıldaşmaları:
“PKK bir terör örgütü değildir. 100 kişiyle sınır karakoluna saldıran, ağır makineli tüfekler kullanan, halktan destek alan, 30 bin ölüme rağmen varlığını sürdüren bir örgüte terör örgütü demek kendini kandırmaktır.” Emre Aköz:
“Bebek katili denen bu kişi çıktı Nevruz’da gerçekten kapsayıcı, insanlara geleceği gösteren ve helalleşme teklifi sunan bir konuşma yaptı.” Nihal Bengisu Karaca
“Abdullah Öcalan bile zamanın ruhunu yakalamışken…” Mehmet Barlas
“Bir zamanlar ‘Ölmeye hazırım’ diyen Öcalan, şimdi ‘Yaşatmaya hazırım’ diyor… Belki artık Türk Bayrağı demeyi de tartışmamız lazım. Türkiye Bayrağı demeyi… ya da Demirtaş’ın dediği gibi Devlet Bayrağı demeyi öneriyorum” Hilal Kaplan
“Öcalan bu süreçte sorumluluk bilinciyle hareket ediyor. İlerleyen aşamalarda Öcalan’ın konumunu Türkiye artık tartışmalı.” Abdulkadir Selvi
O gün için bu cümleleri kuranlar, Dolmabahçe Mutabakatı tek taraflı fesih edildikten sonra aynı kişi için “Bebek katili” demeye başladılar. Ne kadar büyük bir çelişki. O adam bebek katiliyse 1984 yılında da bebek katiliydi. Ya da ne bileyim “Bu ülkede terör meselesi yoktur, Kürt meselesi vardır” denilirken de bebek katiliydi. Yeni mi anladınız? Değil, çıkarları ona “İmralı” demekten geçiyorsa İmralı derler, “bebek katili” demekten geçiyorsa bebek katili derler. Asla dimdik duramazlar ve asla sahiplerinin ağzından başka ağızla konuşamazlar. İnsanda biraz değer ve kavram bilinci olur…
Akabinde, herkesi hainlikle, teröristlikle suçladılar. Oysa kimin teröristle masaya oturduğu ortada, kimin teröristin dediğini yaptığı ortada, kimin kişisel ve zümresel çıkarlarını koruyup kolladığı ve buna göre gündem belirlediği ortada. Etrafa terörist, hain salvoları gönderenler önce kendilerine baksınlar.
Neydi Dolmabahçe mutabakatı? Baş terörist ile görüşülen ve anlaşılan konularda imzalanan metindi. Yani terörist ile yapılan bir anlaşmaydı. O anlaşmanın neyi içerdiğini 25 bölüm boyunca hep beraber gördük.
Sonuç
Ülkede terör varsa, onun iç destek olmadan olmayacağı ortadadır. Bu topraklarda iç destek her boyutta ve katmanda verildi.
Bu topraklarda “senin teröristin kötü, benimkisi iyi” anlayışı hep olageldi. Büyük olasılıkla bundan sonra da devam edecek.
Mücadele kişi temelinde olmamalı, zihniyet temelinde olmalıdır. Mevcut zihniyet ülkenin güvenlik açığıdır. Açığın bir şekilde kapatılması zorunludur.
Zihniyet değişmediği sürece –bence asla değişmez– gelecekte de ülke topraklarında teröristlerin cirit atacağını görüyorum. Geçmişten ders alınmayacağını da görüyorum. O yüzden gelecekten, bu manada, bir beklentim olmadığı için herhangi bir temennide de bulunmuyorum.
[1] Uyanıklık, nöbetçilik, teyakkuz ya da kanunsuzluk anlamındadır. Bazı kurum, kişi veya grupların, yasal yetkili olmadığı hâlde suç olarak algıladıkları durumlara soruşturma, cezalandırma ve infaz etme gibi eylemleri de içerebilecek bir şekilde müdahale etmeleri durumunu ifade eder.
[2] Dinçer, Ömer, Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor?
[3] Bu sözcüğün mastarı “sys”dir. Anlamı ise terbiye, terbiyeciliktir. At terbiyeciliği manasına gelen seyis sözcüğü buradan türemiştir. İnsanların oluşturduğu toplumun yönetilmesi için kullanılması ve neyi nasıl terbiye ettiğini anlaşılır değil.
Hits: 968
TERÖR AMAÇLI PATLAYICI KULLANIMI (II)
- 21 Kasım 2022
DEPREM VE YALANLAR – 1
- 12 Mart 2023