
DEPREM VE YALANLAR – 1
- 12 Mart 2023
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 32
12.03.2023 / ANAKARA
Yine deprem, yine aynı sözler ve pek tabi ki yalanlar… Bıktırdılar ama hem depremler hem de yalanlar bu toprakların acı gerçeklerinden sadece ikisidir. Yalan da hırsızlık gibi insanlık suçudur, deprem ise insanları dürüstlüğe davet eden doğa olayıdır.
Deprem bilimseldir ve dünyanın oluşumu ile ilgilidir, akıl dışı düşüncelerle açıklanmaya çalışılamaz. Dünyanın, hemen üstünde yaşadığımız ve litosfer adıyla anılan katmanı levhalardan oluşur ve bu levhalar sürekli hareket halindedir. Afrika ve Arabistan levhası Anadolu levhasını kuzeye doğru itme eğilimindedir. Daha geniş anlatırsak ALP-HİMALAYA eksenini daha güneyindeki levhalar kuzeye doğru itmektedir. Zaten bunun sonucu olarak Alp-Toros-Himalaya dağ zinciri Avrasya’yı güneyinden kuşatmış gibidir. Çünkü Afrika, Arabistan ve Hint plakaları ittikçe daha büyük bir kütle olan Avrasya direniyor. Bu direnç esnasında adını saydığımız dağlar oluşuyor ve bu dağlar sürekli olarak yükselmektedir. Bin yıl önce daha alçak olan dağlar, şimdi eriştikleri yüksekliğe bu itme sonucu gelmişlerdir ve yükselmeye devam ediyorlar. Bazen yükselecek bir durum olmuyor ve itilen plaka üzerine aldığı gerilimin etkisiyle kırılıyor ve biz buna “deprem” diyoruz.
Kırılan plakaların olduğu yerler, eğer iklim şartları uygunsa, çok verimli ovalar halini alıyor. Çünkü kırılan fay hattının içeriğine bağlı olarak toprak çeşitli minerallerle besleniyor, verimi artıyor. Toprağın verimli olması insanları fay hatlarının üstüne yerleşmeye çekiyor. Oysa doğrusu, yamaçlarda konaklamak, tarım ürünlerini ovalarda üretmektir. Üzerinde insan yaşamayan topraklarda deprem nedeniyle insan ölümü ve maddi kayıp olmaz.
Devlet Nerede?
Kulağa hoş geliyor, değil mi? İçinde kendinden başka her şeyi ve herkesi suçlayıcı anlam barındıran bir soru.
Devlet nerede sorusunun yanıtını biraz uzun ve zahmetli bir yoldan ortaya koyalım. Bunun için “depremden zarar görmenin sorumlularına” bakarak işe başlayalım. Ama önce “devletle oturup çay içen var mı” diye sorarak zihinlere açıklık getirelim.
1.En önemli ve üstesinden gelinemez deprem sorumlusu: ALLAH.
Biraz açalım ve ahalinin anlayacağı sözcüklerle anlatalım: kader planı.
Evet, önceleri kader denen “şey” artık büyüdü, dallandı, budaklandı ve plan halini aldı. Gelecekte program ve proje halini alırsa dahası genel bütçeden ödenek ayrılırsa şaşmamak lazım. Demek ki neymiş, bu da evren gibi sürekli büyüyormuş. Anlayacağınız üzere evren “yaratılmamış, hala yaratılıyor.”
Eğer depremden Allah sorumlu ise “devlet nerede” sorusu kadar gereksiz bir soru dünyada yoktur diyebiliriz. Çünkü kendilerini inanan sanan herkes bilir ve kabul eder ki “Allah devletten üstündür.” Bu durumda “Allah’ın yaptığını devlet nasıl bozar ya da Allah’ın bozduğunu devlet nasıl düzeltebilir? Allah böyle istediyse devlet ne yapabilir?” diye düşünmek gayet doğaldır, tersi inanca aykırıdır.
Tam bu noktada hep söylediğim “bu topraklarda, neye inandığını bilmeyene dindar, neye inandığını bilmeyeni her türlü söğüşleyene dinci denir” gerçeğini hatırlatmakta yarar var. Eğer o devlet nerede diyenler, gerçekten, neye inandıklarını bilselerdi ya da bilerek inansalardı devlet nerede sorusunu asla sormazlardı? Sordukları anda devleti Allahtan üstün kılıyorlar demektir ki bu da bilmeden oluşturdukları inançlarına terstir.
Dünyanın bu devinimi/dinamiği var oldukça depremler olacak. Suçu Allah’a atanlar istediğiniz kadar Allah’ı suçlayın, ölen yine siz olacaksınız. Allah gelip sizi kurtarmayacak, kafatasının içindeki beyni kullanamıyorsanız suçlu niye Allah olsun? Her şeyi bildiklerini sananlar, nedense, “Allah bilimin gereğini yapmayanları cezalandırıyor” diye bir düşünceyi akıllarından geçirmiyorlar bile…
Bam teline vuralım mı?
İktidar mı?
Evet, iktidar, yani kader belirleyen. Nereden mi çıktı? “Kdr”den. Kadir, keder, kader, mukadderat, iktidar, muktedir hep aynı kökten gelir. Arapça köklü kelimenin mastar hali “kdr”dir. Bilmeden kullanmayın kelimeleri.
Haydi vuralım bam teline. İktidar partiliğini üstüne almış olan mevcut zihniyet, yekten, demesin mi “kader planı?” Oradakilerin sorması gerekirdi “bu durumda sen orada ne arıyorsun? Ya iktidar değilsin ya da samimi değilsin, nesin sen?” diye. Ama soramadılar. Belki de “ananızı da enkazınızı da alın gidin, ulan” denebilir diye korkmuş olabilirler. Pek bilinmez…
Haydi peşine bir de soru ekleyelim de tam olsun: deprem madem Allahtan, madem kader planından; o zaman ne demeye kurdunuz o AFAD denen kurumu, Allahtan üstün müsünüz? Kimle dalga geçiyorsunuz siz? Niye benim vergilerimi çöpe attınız?
Kısacası, terk edilsin artık bu ikiyüzlülük.
2. Devlet sorumluysa
Eğer, devlet –bununla çay içen var mı dediğimiz– aygıtı; yani, bir alanı imara açma, açılmışsa imarı kaldırma yetkisi var olan aygıt, “size fay hattının üzerine ev yapmanızı emrediyorum” demişse deprem olduğunda “nerede devlet” denmesi gayet doğaldır. Burada tüm suçlu devlettir ve gelip o enkazı kaldırmakla yükümlüdür. O enkazı kaldırırken o depremde hiç kimsenin ölmemesini sağlamakla da yükümlüdür. Çünkü devlet aygıtı, varlık nedeni olan milleti, daha iyi şartlara kavuşturmak maksadıyla oluşturulmuştur, yoksa milletin ölmesini sağlamak ya da seyirci olmak, milleti soyup soğana çevirmek, kişisel serveti artırmak amacıyla değil. İşte, sırf bu nedenden dolayı, bir yeri imara açarken orada “olası tehlikelerden kaynaklı” kimsenin burnunun kanamayacağını garanti ediyor demektir. Sizi bilmiyorum ama en azından benim devlet anlayışım budur. Hep bu inancımdan hareket ettim.
3. O bölgede yaşayan halk sorumluysa
Bu gerekçede dikkat edilmesi gereken konu çok önemlidir. Devlet nerede diyenler, eğer devletin “tehlikeli hat üstüne ev yapamazsınız, buraya yapılaşma vermiyorum, şuraya veriyorum” dediği yere evlerini yapmışlarsa haklılar. Yok, devleti dinlemeyip, tehlikeli hattın tam göbeğine yapmışlarsa tamamen haksızlar. O fay hattının üstüne ev yapmak için çabalayan çıkarcı insanlar yüzünden –zaten siyaset batağına saplanmış– yerel yöneticiler, oy uğruna, buralara imar vermek zorunda kalıyor ve bir de deprem çukuruna yuvarlanıyorlar. Gelir kaynağı halkın oyları olan adamları –belediye başkanları, meclis üyeleri– suça itmek, suça bulaşmalarına neden olmak halkın görevleri arasında değildir. Halk, yanlışı tespit edip düzelttirmekle görevlidir.
Yanlış peşinde koşan halka direnen ve sırf bu nedenden dolayı halk tarafından sevilmeyen belediye başkanları yok değil. Ama istisnadır bunlar.
Maraş depremlerinden sonra Tacikistan’da 7,2’lik bir deprem oldu ama kimse ölmedi. Çünkü depremin olduğu yerde kimse yaşamıyordu. Demek ki neymiş, deprem öldürmüyormuş, fay hattının üstünde ve etki alanında yaşam olmazsa ölüm de olmuyormuş. Ne yazık ki kader inancının cılkını çıkaran bu insanlara bu bilimsel gerçeği anlatmak milyar ışık yılı öteye gitmekten daha zordur. Çünkü beyinleri kapalı. Telkin sistemleri böyledir, akılları esir alır.
Asker Nerede
Harika bir soru. Soruyu soru ile yanıtlayalım: Görmediniz mi, asker bıraktığınız yerde, orada duruyor? Siz değil miydiniz askere her türlü en aşağılık yalanlara sığınarak iktidar ve simbiyotik ortağı tarafından kumpas kurulurken sessiz kalan, en değerli kadroları tasfiye edilirken seyreden, TSK işlevsiz kılınırken kılını kıpırdatmayan, askerlik kısaltılıp yok edilirken sevinen, askerlik para ödenerek yapılırken göbek atan, kaçmak için türlü mazeretler uydurup ortalıktan yok olanlara sahip çıkan?..
Siz değil miydiniz askeri okullar kapatılırken sessiz kalan, askeri hastaneler kapatılırken ellerini ovuşturan, “birkaç Mehmet öldü diye meclis açılmaz” diyenlere oy veren, askerlik yan gelip yatma yeri değil diyen zihniyeti alkışlayan ve oylarıyla besleyen, silahlı kuvvetlerin eğitim arazilerini elinden alan ve oralara depremlerde yıkılacak binalar diktiren iktidarı alkışlayan, EMASYA ve DAFYAR Planları mevcut zihniyet tarafından çöpe atılırken seyirci kalan?..
Bir de kalkmış asker nerede diye soruyorsunuz. O asker onu itelediğiniz yerde, açın gözünüzü.
O asker, deyim yerindeyse, depremin ilk anlarında sahaya çıktı ama akabinde hemen geri çekil emri geldi. Peki, bu emri kim verdi diye sorguladınız mı? Peki, neden bu emir verildi diye sorguladınız mı? Sorgulamazsınız çünkü o emri verenin alnı secdeye geliyor, değil mi?
Ayrıca asker artık o bildiğiniz asker değil. Kendi içeceği çayı bile pişiremez durumda. Kaldı ki yemek yapacak, çadır kuracak, kurtulanları barındıracak ve enkaz altından insanları çıkaracak… şu an için olacak şeyler değil bunlar. Çünkü artık kendi yemeğini bile yapamıyor, satın alıyor ve her sene birkaç zehirlenme vakası yaşıyor.
Gelelim mi zurnanın zırt dediği yere? Yasal adı Emniyet, Asayiş ve Yardımlaşma olan EMASYA, Doğal Afet Yardım olan DAFYAR Planları sürekli oy verdiğiniz mevcut zihniyet tarafından kaldırıldı. Peki, nedenini sorguladınız mı? Devletin bir kurumu işlevsiz hale getirilirken niye seyirci kaldınız?
Geç Müdahale (?)
Depreme geç müdahale edilmiş, bakalım. Ama önce bir tespit: her kurum reklam yüzü olmak istedi. Nokta.
Depreme müdahale edecekler yine o bölgedeki devlet kurumları ise, biliniz ki onlar da enkaz altında kaldı ve kendi dertlerinin peşine düştüler ya da öldüler.
Bir yerde deprem olduğunda oraya müdahale hem içerden hem de dışarıdan olur. İçerdekilerden pek bir yarar sağlanamazken dışarıdan gelen yardım ekipleri daha etkin olabilmektedir. Ancak o ekiplerin oraya ulaşması ve hemen işbaşı yaptırılması gerekir. Bu depremde ulaşım kolay olmadı çünkü yollar kullanılamaz durumdaydı. Havaalanları da aynı akıbete uğramıştı. Karayollarını fay hattının üstüne ve havaalanını tüm itirazlara rağmen sorunlu bölgeye ısrarla yapanları ödüllendirmeden geçmeyelim. Haydi, hep beraber topluca alkışlıyoruz. Ama yine bir tespit: en büyük engel devleti yönetenlerin bilgisizliği, kaprisleri ve kibridir. Bunlar en yıkık yoldan, en haşat havaalanından daha büyük engeldir.
Asker sahaya çıksın istenmedi. Neden acaba? Ne saklandı ilk 48 saat içinde? Sözgelimi, depremde ortalığa saçılan ve kimsenin görmemesi için alelacele toplanan “şeyler” olabilir mi bunun nedeni?
Bu arada AFAD için de bir gecikmeden bahsediliyor, not edelim.
Açık haber kaynaklarına –açık istihbarat kaynağı diye bir şey olamaz, biliniz– göre, SADAT denen örgütün Konya, Tokat illerinde olduğu gibi Antep bölgesinde askeri eğitim veren eğitim kampları var. Deprem bölgesindeki eğitim kampı ya da kampları ile ilgili silah ve mühimmat ortalığa saçılmış olmasın? O saçılanlar, geciktiği söylenen AFAD tarafından, asker görmesin diye, toparlanıp kimsenin görmeyeceği bir yere saklanmış olmasın? Temelde gecikmenin nedeni bu olmasın? Bunlar aklıma gelenlerin “cüzi” kısmıdır.
Öteden beri çalışılan, ülkenin işgale karşı koymak için bin bir zahmetle oluşturduğu ve işgal esnasında işgale karşı koymak maksadıyla kullanacağı “yeraltı ordusu” yok edildi. Kurulması yasal ve ahlaki idi. Yok edilmesi ise ahlak dışı olup işgalciliktir. Laik cumhuriyet rejimi ile kavgalı olan mevcut zihniyetin en çok korktuğu yeraltı ordusuydu. Onu kaldırmak için kumpas üstüne kumpas kurdular. Sözde Bülent Arınç suikastı üzerinden en gizli odalarına, pardon milletin hafızasına, girdiler. En sonunda 2016 yılında kaldırdılar. Mevcut zihniyet, şekli ve koşulları ne olursa olsun, ölene kadar iktidarda kalmak istediğinden, kendisini orada tutacak bir güce ihtiyaç duyuyor. Ama üzerinde çeşitli kumpasların döndürüldüğü, istedikleri şekli verdikleri Türk Ordusuna tam olarak güvenemiyor. Onun için ülkeye Suriyelileri, Afganları, Doğu Türkistanlıları doldurdular ve bunları eğitiyorlar. İşte, o silah ve mühimmattan bahsediyorum. Asker görsün istemediler diye değerlendiriyorum. Bunun yanında askeri işbaşında başka nedenlerden dolayı da istemediler. Askerin ilk anda sahnede yer alması askere sempati sağlardı. Yıllardır emek vererek sindirilen asker kendini birden güçlü hissedebilirdi… buna nasıl izin verilebilirdi? Ya darbe yaparsa, değil mi yani? Tipik bir “Ordu-Millet Elele” nefreti ve lanetlemesi. Bunun betimlemesi söz konusu olunca içinde “lümpen ve müptezel” sözcükleri geçen cümleler kurmak gerekir.
Evet şimdi sıra geldi “gerçekten devlet nerede duruyor, vatandaş nerede duruyor” sorularına.
1999 depreminde –bundan kaynaklanan 7,6 yetmedi mi sorusu ile o ahlaksız dinciler kendilerinden olmayanlara saldırırlardı– her şehirde kendi büyüklüğü ile alakalı olarak toplanma alanları ve o toplanma alanlarında, depremden sonra kullanılacak kurtarma malzemelerinin olduğu konteynerler oluşturuldu. Sorum şu: o toplanma alanları ne oldu, o konteynerler kime peşkeş çekildi?
DASK?
1999 depreminden sonra yasallaşmıştı. Ne oldu burada toplanan paralar? 88 milyar liradan bahsediliyor, belki de daha fazladır. Bir atanmışın dediği gibi aveme, otoyol ya da yandaşa çekilen peşkeş parası mı oldu? Yoksa birileri bizle DASK mı geçiyor?
Deprem vergilerinin depreme yönelik eylemlerde kullanılmadığı açıkken, halkın deprem vergisi ödemesine güvenmek halkı koyun yerine koymak değildir de nedir diye sorup devam edelim.
Bağışlar
Naklen yayında bağış toplandı. Bazen işin topuzu kaçırıldı açık artırmaya dönüştürüldü. Bununla ilgili de betimleme cümleleri kurulurken içinde “lümpen ve müptezel” tanımları yer alacaktır diye değerlendiriyorum.
Bazıları, sonraki günlerde, cumhurbaşkanı niye para bağışlamadı diye sordu. Bu soruya, inanın, bir güldüm bir güldüm, aklınız hayaliniz almaz… çok komik bir milletiz vesselam. Mizah konusunda üstümüze yoktur, azizim.
Herkes öyle sanıyor, bağış toplandı sanıyor. Yoksa, orada toplanan para bir şekilde bir yerlere servet aktarımı mıydı? Devlet bankalarının ve kurumlarının bağışlaması ne mana ifade eder? O para zaten milletin. Hal böyleyken bağış lafı anlamsızdır. O gece devletin kurumlarının kasasındaki paralar bağış adı altında, hiçbir kontrolün olmayacağını değerlendirdiğim bir torbaya kondu ve onu kullanacak kişinin ahlakına emanet edildi. Sahi, o parayı kim yönetecek, depremde acı çekmiş, yakınlarını, evini-barkını kaybetmiş, yokluk yaşamış depremzedelerden oluşan bir ekip mi? Güldürmeyin beni. Oysa, o para devletin kasasındayken yanlış yere kullanıldığında izi sürülebilir durumdaydı, şimdi ise değil. Ve tüm Türkiye bu servet aktarımına gönüllerinden kopan miktarlar ve alkışları ile destek oldu. Ama hala meseleye uyanan yok. İyi uykular sana ülkem, iyi uykular size akıllı geçinen bilgisizler. Bağışçılar, bir kez daha düşünün, depremzedelere bağış yaptığınızdan emin misiniz?
İmar afları?
Bunu konuşalım mı? Bence çok gereksiz. Çünkü devlet affedicidir, değil mi? O yüzden sık sık af çıkarılır, imar affı, katil affı, terörist affı, mafyacı affı gibi… Meclise en son verilen imar affının sahibi çıkması için ağlayıp, sızlıyordu. Çıksın mı o imar affı? Mevcut zihniyet döneminde kaç imar affı çıktı? Benim bildiğim, altıdan fazla. Bu imar aflarından dolayı affedilen o evler kaç kişiye mezar oldu?
Tek Şahıs
Devlet nedir? Hükümet nedir? Peki ya tek şahıs nedir? Hepiniz bunların ne olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Artık devlet yok. Hükümet yok. Ne var? Tek şahıs var. Ve o tek şahıs devleti de hükümeti de ortadan kaldırdı. O tek şahsın devleti ve hükümeti ortadan kaldırmasına kimse gık çıkarmadı ve çıkarmıyor. Herkes şunu bilsin, bu topraklar tek şahsın çiftliği değil, dene-yanıl alanı hiç değil. Ve bunu herkes yüksek sesle söylesin, “oyu”nu da buna göre versin.
Sahi, herkesin oyu aynı değerdeydi, değil mi? Demokrasi sandığa gidip, üstündeki yarıktan içeri zarfı itelemekti, değil mi? Milyonlar böyle sanıyor ve kafamızı milletçe duvara vuruyoruz. Seksen beş yılı buldu bu ülkede, millet kendi yöneticisini kendi seçemiyor, önüne sürülene oy veriyor ve bunu partizanca yapıyor. Halkın gerçek temsilcileri siyasi partilerde kendilerine yer bulamıyor. O seçilenler sorumlu makamlara geldiğinde asla şeffaf ve adil yönetim sergilemiyor. Kendini oraya taşıyan şahıs ondan ne istemişse onu yapıyor. Mali konularda “halka hizmet hakka hizmettir” deniyor. Bu hak tanrı manasındaki hak değil, bilesiniz. Kendine hak gördüğü haktır, ne de olsa eli bal tutmuştur ve parmağını yalayacaktır… Halka bir verilmişse kendi cebine en az bir atılıyor. Bu böyle sürüp gidiyor. Bu arada ölenler olmuş, ne gam…
Suçlular
Deprem nedeniyle yıkılan binada, o binanın olduğu tehlikeli yere imar izni verenden, o binadan konut satın alıp oturana kadar, tüm aşamadakiler az ya da çok sorumludur. Herkes sadece müteahhitleri suçluyor, olamaz böyle bir cahillik. Bunun yapı denetçisi var, beton üreticisi, şantiye şefi, ustası, kalfası var… eğer bir usta malzeme çalındığını görüyor, hala işe devam ediyor ve şikâyet etmiyorsa, o da suçludur. Aynı sorumluluk şantiye şefi ve denetçi için de geçerlidir. İnsanlar bağımsız ve dürüst olmayı becerebilmeli.
Herkes, artık, şunu kabul etsin. Bu deprem yukarıda saydığımız suçlular, eğer suçsuz olsaydı, yani kurallara uysaydı herhangi bir can kaybı -heyecandan, korkudan ölenler hariç- olmadan, aile bütçesi ile karşılanabilir maddi hasarla atlatılabilirdi. Örnek mi? Erzin ilçesi. Örnek mi? Tavşancıl ilçesi.
AFAD – Kızılay
Her iki kurumun da içi bomboş. Mesleki bilgisi ve yetişmişliği olmayan herkes bu iki kurumda yerleştirildi. Bu kurumların iş yapmayacağını herkes biliyor ama niye sorgulamıyor. Bunlar can kurtaran kurumlardır, cenaze namazı kılacak kurumlar değil. O halde ne demeye her makamına imamları ve yandaşları atadınız? Türk milleti bunu sormayı düşünüyor mu acaba?
Sanırım devletin ve vatandaşın “nerede” durduğunu açıklayabildim. Vatandaşın asli görevi olan “denetçilik” bihakkın yapılmadığı sürece sorar dururuz devlet nerede diye…
Asrın Felaketi
Değil, asla değil. Kimse kendini kandırmasın, başkasının da kandırmasına izin vermesin. O zaman sormazlar mı “Haiti depremi asrın neyi oluyor, Çin’in Siçuan bölgesindeki ise asrın felaket ötesi mi oluyor” diye? Peki bunlar ne? Mesela 9,0 şiddetinde ve altı dakika süren, akabinde tsunami oluşan, Fukuşima nükleer santralini çalışamaz hale getiren Tohoku depremi? Bakınız[1]: https://www.youtube.com/watch?v=RjjHphiAinU
O mevzuata uymayanlar ve uymayanları uydurmayan rantçı siyasilerdir felaketin aslı ve sebebi. Siyaseti paraya dönüştürmektir asıl asrın felaketi. Asrın felaketi kentsel dönüşümü rantsal dönüşüm haline getirmektir, müteahhidi korumak kollamaktır. Asıl felaket tehlikeli bölgeyi yapılaşmaya açmaktır, geçmişten ders almamaktır, %30, %50, %70’lerin hesabını yapanlardır… Ve balık baştan kokuyor.
Kimse bilgisizliğini, beceriksizliğini, yolsuzluğunu, soysuzluğunu, umursamazlığını insanların yaşamadığı yerde olduğunda hiç can kaybına neden olmayan depremin sırtına yüklemesin, Allaha atfetmesin… Kaçak güreşenlerin uydurduğu laftır bunlar.
Kısaca, deprem bir doğa olayıdır ve olduğu yerde kimse yoksa can acıtmaz. Olayı felaket boyutuna taşıyanlar insanlardır. Olmaması gereken yere yerleşerek ilk adım atılır ve sonrasında naklen yaşadığımız olaylar sökün eder. Kamuya yardım ile görevli kuruluşlar ilk anda olaya doğru şekilde müdahale edemediklerinde sonuçlar felaket seviyesine çıkar.
Maraş depremlerinde, açıklanandan daha fazla can kaybı olduğuna inanıyorum. Hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına çok büyük bir yük düşüyor. Biliyorum, onlar da o depremden madden ve manen etkilendiler ama öyle ya da böyle bir şekilde hayatta kaldılar. Yaşamalarının bir gereği olarak sahip oldukları oylarını doğru adrese teslim etsinler, kendilerine yalan söyleyenlere değil. Oy verdikleri insanları acımasızca denetlesinler. Tehlikeli alanlara yapılaşmanın peşinde olanlara hayat hakkı tanımasınlar. Ölenlerimiz, kendimiz ve gelecek kuşaklar için yapılabilecek en iyi davranış budur. Biliniz ki acıdıkça acınacak hale düşülecektir.
[1] En son erişim 12.03.2023, saat 09.25
Hits: 1628
İMRALI GÖRÜŞMELERİ HAKKINDA
- 6 Mart 2023
KİŞİSEL ORDU MU KURULDU?
- 2 Nisan 2023