
Sadrazam (Başbakan) Sait Halim Paşa’nın Atatürk Hakkındaki Düşünceleri
- 4 Mayıs 2023
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; MGM Tarih
- 2
Bu hafta bir kitap okudum ve ilginç bilgiler öğrendim. Okuduğum kitap, Sait Halim Paşa’nın I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemlerine dair gözlemleri ve düşüncelerini anlatıyor. Kitap, Fatih Yücel tarafından Sait Halim Paşa’nın notlarının Türkçe’ye çevrilmesi neticesinde ortaya çıkmış ve 2019 yılında Kronik Yayınları tarafından yayınlanmış.
Burada anlatacağım bilgiler, bu kitaptan alınmıştır. Anlatımda; orijinal metindeki ifadeler mümkün olduğu kadar değiştirilmeden sadece özet olarak bazı hususlar üzerinde durulacaktır. Yazıyı okurken, Sait Halim Paşa’nın bunları Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, Büyük Taarruz’dan önce ve daha ülke kurtulup cumhuriyet kurulmadan yazmış olduğunu dikkate almak faydalı olacaktır.
Düşüncelerini yazmadan önce, Sait Halim Paşa hakkında kısa bir bilgi vermekle işe başlayalım. Sait Halim Paşa, Osmanlı imparatorluğu 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na girdiği esnada İmparatorluğun dışişleri bakanı ve başbakanıdır. Bu sebeple, Almanya’yla yapılan 2 Ağustos 1914 tarihli anlaşma Sait Halim Paşa ile Alman büyükelçisi tarafından imzalanmıştır.
Sait Halim Paşa, bu göreve gelmeden önce Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın kurduğu hükümette dışişleri bakanıydı. Fakat 11 Haziran 1913’te Mahmut Şevket Paşa öldürülünce dışişleri bakanlığı uhdesinde kalmak üzere Başbakanlığa getirilmiştir. İktidarda olduğu dönem, Osmanlı’nın en talihsiz dönemdir.
Paşa, 1864 yılında Kahire’de doğmuş ve 30 Aralık 1921’de, Roma’da bir Ermeni tarafından vurularak öldürülmüştür. Kendisi, aslen Mısır prensidir. Yani Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ve Mısır Hıdivlerinin soyundan gelmektedir. Bir prens olarak iyi bir eğitim almış ve Avrupa’da siyaset bilimi okumuştur. Fransızcayı ana dili gibi konuşmakta ve yazmaktadır. Onun için, kendi hatıralarını, eserlerini ve siyaset konusundaki yazılarını genellikle Fransızca yazmıştır.
Mütareke döneminde damat Ferit Paşa hükümeti tarafından tutuklanmış, evi aranmış ve bütün evraklarını el konulmuştur. Bundan sonra Divan-ı Ali’de yargılanmış ve İngilizlere teslim edilmiştir. İngilizler onu, doğuda Ermenilere zulmettiği iddiasıyla yargılanmak üzere Malta’ya göndermişlerdir. Fakat, suçsuz bulunarak 1921 yılında serbest bırakılmıştır. Bunun üzerine, Roma’ya yerleşmiş ve burada Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Bu sebeple, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk ile ilgili düşüncelerinden hatıratında detaylı bir şekilde bahsetmiştir.
Ona göre, Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra İstanbul’da, Türkiye’yi birinci sınıf cenaze töreniyle defnetmekten başka bir şey düşünmeyen iyi niyetli çok sayıda Türk vardı. Halbuki İtilaf Devletlerinin içinde bulunduğu durum, Türkiye’ye direnmek suretiyle kurtulma şansı tanıyordu. İstanbul’daki hükümet ve aydınların çoğu bunun farkında değildi. Bunun farkında olanlar için de İstanbul’da kalarak direnmek mümkün görünmüyordu. Bu durum, direnişin vilayetlerde denenmesini gerektiriyordu. Olabilecek en kötü şeyleri göze alarak pisi pisine ölmek ve bir koyun gibi boğazlanmaya razı olmak yerine elde silahla ölmek her halükârda daha iyiydi.
İslamlaşmış bir Bizans’tan başka bir şey olmayan İstanbul, bunu asla anlamak istemedi. Kemalist düşüncenin şan ve şerefle zafer kazandığı günlerde bile sırf eleştiri yapmış olmak için hala bir şeyler söyleyen Türkler yada başka kişiler vardır. Bunların büyük bir bölümü, ülkelerin köleleştirmesinden çıkar sağlamayı kendilerine iş edinmiş sefillerden ibaretti. Hiç koşulsuz, ortada bir çürümüşlük söz konusuydu.
Sultan’ın Anadolu’da teşkilatlanmış olan bu kutsal direnişi var gücüyle ve olabildiğince desteklemesi gerekiyordu. Düşman ancak dayanıklılık ve kesin kararlılık ile geri çekilmeye zorlanabilirdi. Fakat İstanbul yönetimi, kendini beğenmişliği ve durumu kavrayamaması yüzünden bencillikle hareket ediyordu. Buna, vatanseverlikten yoksunluğunu da eklemek mümkündür. Bu yüzden, milliyetçi hareketle mücadeleye girişti ve Ankara hükümetinin parlak başarılarına rağmen bu mücadeleyi sürdürdü.
Kurtuluş Savaşı’nın ne zaman başladığı konusuna gelince; İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali milli hareketin gerçek başlangıç noktasıdır. İtilaf kuvvetlerinin vatanlarına soktuğu tahammülü güç halden ıstırap ve elem duyan ve Bab-ı Ali’nin ataletinden midesi bulanan memleketlerine hizmetleriyle büyük şöhret kazanmış üç kişi Anadolu’ya geçmek ve Müttefik donanmalarının toplarının tahakkümü altındaki başkent İstanbul’da böyle bir teşebbüs imkânsız olduğundan Anadolu’da bir askeri direniş düzenlemek için bir araya gelmişlerdi. Bu üç kişi; Anafartalar’da İngilizleri mağlup eden Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin Filistin’deki azimli rakibi Ali Fuat Paşa ve Balkan Harbi’nde Hamidiye komutanı olarak yaptığı kahramanlıkları hâlâ herkesin hatırladığı bahariyeden Rauf Bey’di.
Bu sırada, kardeşi Abdülhamit’in meşum hatırası gibi şüpheci ve itimatsız tabiattaki Sultan Vahdettin, orduda tesiri çok kuvvetli olan Mustafa Kemal Paşa’dan kuşkulanmaya başlamıştı. Paşa’yı İstanbul’dan uzaklaştırmanın yollarını arıyordu ve onun da bu hislerden haberdar olduğu konusunda endişe duyduğundan bizzat kendisi hususi bir görüşmede Mustafa Kemal Paşa için ihdas edilmiş ve son derece geniş yetkilere sahip Doğu Anadolu sivil ve asker müfettişliği vazifesini teklif etmişti.
Bu teklif, Mustafa Kemal Paşa için gökten düşen bir hediyeydi. Kendisi, zikrettiğimiz gibi Sultan’ın fikirlerinin taban tabana zıddı olmak üzere Anadolu’da geniş kapsamlı bir teşebbüsün fikrini kafasında evirip çevirmekteydi. Anadolu’ya varmak meselesinde Ferit Paşa’nın zabıtalarını ve İngiliz sefirini atlatmanın yollarını aramaktaydı. Bu niyetlerini icra etmenin yolu, sultanın teklifiyle kolaylaştırmış oldu.
Kurnaz Mustafa Kemali Sultan’ın oyununun günden güne daha fazla farkına vardı. Düşmanı kandırmak için bir süre kendini naza çektikten sonra teklifi kabul etti ve Samsun’a gitmek için gemiye binerek o andan itibaren bedeni ve ruhuyla vatansever macerasına atıldı. Erzurum’a vardığında orada Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin çabaları sayesinde hâlihazırda harekete geçmiş kişileri buldu.
Bu cemiyet, bütün milli hareketin çıktığı müessesedir. Çünkü, Mustafa Kemal geldiğinde kendisini Doğu Anadolu’nun idare merkezi olarak gören cemiyet, bu şehirde bir milli kongreyi toplanmaya çağırmıştı ve burada alınan kararlar mevzubahis hareketin temelini teşkil etmişti. Paşa, hemen kongreye katıldı ve başkanlık vazifesine getirildi. Rauf Bey de Erzurum’daydı. Ali Fuat Paşa ise Ankara’da kalmıştı.
Hepsi asker olan bu şahıslar “milli teşkilat” adını alacak teşkilatın çekirdeğini oluşturdular. Bunların arasına belki de bir din adamı ve eski mebus olan Hoca Raif efendinin ve eski jandarma kumandanı, sonradan dahiliye komiseri olan ve bugün Milli Müdafa Komiseri olan Refet Bey’in isimlerini de eklemeliyiz. Ancak Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Rauf, askeri direniş fikrini ortaya atan ve ona ameli bir şekil veren ilk üç kişidir. Türkiye’yi öylece yaşayıp gittiği uyuşukluktan çıkardıklarından ve onu tehdit eden yüz kızartıcı talihinden kurtardıklarından şan ve şerefe haklı olarak diğerlerinden önce onlar layıktır.
Türk milleti, siyasi ve hatta bedeni yok oluşundan kaçışını sağlayan muazzam gizli kaynaklarını keşfettikleri için onlara şükran borçludur. Mevcudiyetinin ve şerefinin kurtarıcıları olarak onlara belki de mazideki ihtişamının mimarlarınınkini bile geçen ölümsüz unvanlar verilmiştir. Bunların içerisinde en başından itibaren önder olarak benimsenen Mustafa Kemal’in yeri farklıdır. Batı’nın merakını tatmin etmek için, yabancı memleketlerde hakkında eksik ve çoğu zaman da hatalı fikirler dolaşan bu şahıs hakkında birkaç malumat vermenin yeterli olacağını düşünüyoruz.
Mustafa Kemal, orta seviyede bir Türk ailesinin çocuğu olarak Selanik’te doğmuştur. 40 yaşındadır. Ortalamanın üstündeki boyuna ve sağlam omuzlarına rağmen kuvvetli bir bedene sahip olduğu intibaı vermemektedir. Bunun sebebi, ince ve uzun uzuvlarıdır. Kendisi bir papazın ellerine ve bir İspanyol soylusunun ayaklarına sahiptir. Hakikaten kötü sağlığı onu “Bir Türk gibi kuvvetli.” sözünün temsilcisi olmaktan alıkoymaktadır. Buna mukabil, kendi nesline mahsus latif hareket etme kabiliyeti sayesinde çok iyi bir eskrimci ve bilhassa hanımları alakadar eden bir vasıf olmak üzere mükemmel derecede zarif bir valsçi olmuştur.
Şahsiyetini has vasıf ve kuvveti, yüzünde toplanmıştır. Yüzünün geniş ve köşeli çevresi, kararlılık ve azmini ortaya koymakta, açıkça belirgin çizgileriyse olağandışı ruh çalkantılarına işaret etmektedir. Geniş alnı, zekâ belirtisidir. Çıkıntılı ve etli burnu, nefsine düşkünlüğünü ele vermektedir. Derin ve coşkulu bakışlarının şaşkınlıktan gelen hafif şaşılıklarıyla beraber beklenmedik şekilde menekşe mavisi göz bebeklerinin şimşeklerinin fırlattığı iki büyük ve muazzam göz, bu muazzam görünümü tamamlamaktadır. Bundan bir jaguar suratını anlıyoruz. Fakat bu yüz, bazı anlarda, avına atlamaya hazır etobur bir hayvanı hatırlatıyor olsa da başka seferlerde son derece narin bir çocuğun gülümsemesiyle aydınlanmaktadır. Bunu tasvir etmek için belki en münasip söz, bir İngiliz sıfatı olan Satürnvari olacaktır.
Mustafa Kemal mesleği itibariyle askerdir. Büyük harp esnasında bilhassa İngilizleri en sert şekilde mağlup ettiği Çanakkale’de kumandan olarak takdire şayan komutanlık yeteneği göstermiştir. İngilizlerin Türkiye’ye karşı sınırsız nefretinin temel sebepleri, bu mağlubiyetlerinin ve Kut’ül-Amare’deki teslim oluşlarının acı hatıralarıdır. Burada, harekattaki ordunun komutanı oluş tarzı tam manasıyla bir adamın hareketlerini temsil etmektedir. Bu hikâye anlatılmayı hak etmektedir.
Çanakkale Muharebeleri sırasında bir gün, felaket kaçınılmaz bir kader halini almıştı. Birkaç taraftan hayal kırıklığına uğramış başkomutan Müşir Liman von Sanders son çare olarak bu esnada alelade bir Miralay (Albay) ve bir birliğin kumandanı olan ancak askeri kabiliyetini ve sonsuz gücünü bildiği Mustafa Kemal’e müracaat etmişti. Telefonda onu aradı. “Sizce bu durumdan kurtuluş var mıdır?” diye sordu. Mustafa Kemal “Muhakkak vardır.” dedi. “Nasıl muhakkak?” diye sorduğunda “Sadece beni Mirliva (Tuğ/Tümgeneral) yaparak ve harekatın idaresini bana emanet ederek kurtulabilirsiniz.” diye cevap verdi. “Bu çok fazla olmaz mı?” diye itiraz etti. “Kimilerine göre olabilir. Ben ise belki de bunun bile kâfi gelmeyeceğini ve aleyhte bir durum ortaya çıkarmamak üzere baş komutanlığı deruhte edebileceğimi düşünüyorum.” Cevabını aldı.
Gece durum daha da kötüleşince Başkomutan, onu mirliva seviyesinde bir göreve atadı. Mustafa Kemal, eksik olan kuvvetleriyle muazzam bir başarı elde ederek İngilizleri Anafartalar Muharebesi’nde bozguna uğrattı ve bu muharebede kazandığı şöhretle Büyük Harbin en büyük şanlarından birisine sahip oldu. Meseleyi çözerek sözünü tutmakla kalmamış, kendine olan güveninin haksız olmadığını da göstermişti. Bu zaferiyle Müttefiklerin İstanbul’u ele geçirmekten vazgeçmelerine sebep olarak Türkiye’nin maruz kaldığı tahammülü güç başkentini elinde tutma baskısından kurtulmasını sağlamıştı.
Askeri vasıfların yanında, Mustafa Kemal’in ona şimdiki mevkiini elde etmesini sağlayan başka vasıfları da vardı. Evvela önderlik vasıfları. Zira Mustafa Kemal, her şeyden önce bir önderdir ve insanları peşinden sürüklemektedir. İmtiyazlı bazı kişilerin sayesinde diğerleri üzerinde kuvvetli tesirler tesis ettiği gizemli ihsana sahiptir. Bugün bütün Türkiye, bu büyük adamın etkisi altındadır.
Daha bariz vasıfları ise çelik gibi güçlü bir kararlılık, bir buldoğunki gibi sebat, ileri görüşlülük, durumun ruhi suretini kavrama ve ondan istifade etme çevikliği, şartlara göre gözü peklik ve ihtiyat, canlı ve derin ama aynı zamanda bilmediklerini tahmin etmesini de sağlayan işlenmemiş bir zekâ, zihni atiklik, ender bulunan iddia ve ispat melekesi, en son olarak da eşsiz bir hareket kabiliyeti. Aslına bakılırsa o, asker olduğu kadar siyaset adamı olarak da birinci sınıf bir taktik uzmanıdır.
Son derece azimli ve zafere susamış Mustafa Kemal, mertebesinin durmadan yükselmesini sağlayan şahsiyetinin bu iki baskın vasfında bıkmak nedir bilmeyen bir faaliyetle tükenmez bir kuvveti birlikte barındırmaktadır. Bu şahıs, hiçbir zaman yorulmaz, hiçbir zaman yılmaz. Onu her zaman, her durumun üzerinde görürüz. Biz onun hareketlerinin zarar verdikleri kişiler arasında değiliz. Şimdiye kadar, vatan kazanmıştır. Milli bir önder olarak azim ve vatanseverliğin onu nereye kadar götüreceğini ise gelecek gösterecektir.
Mustafa Kemal, kusursuz değildir. Ahlaki bakımından mevzubahis olan, Washingtonvari büyük bir adam değildir. Onun birden fazla kusuru vardır. Hepsinin arasında en can sıkıcı olanı, memleketi kurtarma meselesinde onun şanını elinden alabilecek bütün rakiplerini ortadan kaldırmak için her yola başvurmasıdır. Bu ileri mertebede kıskançlığı yüzünden, memlekette büyük faydaları olabilecek kişileri uzaklaştırarak olumsuz bir durum meydana getirmektedir.
Dahası, dediğim dedik şahsiyeti sebebiyle tavsiyelere gereğinden fazla tahammülsüz davranmaktadır. Gerçek dostluklara temayül etmez ve başkalarının hislerini pek de fazla dikkate almaz. Kuşkusuz ki milli davası için ondan hissiyat fedakarlıkları bekleyen şu anda, bulunduğu hal itibariyle onun kalbin sesini göz ardı etmesi o kadar da mühim bir mesele değildir. Yine de durduk yere küçük meseleler yüzünden düşmanlar yaratmaktadır. Bu sebepten dolayı, onu sevenlerden ziyade onu sayan ve ondan çekilenlerin sayısı daha fazladır. Aslına bakılırsa, devlet adamı popülerliği hiçbir zaman bu kadar hor görülmemiştir.
Mustafa Kemal Paşa, içtimai hayatta böyledir fakat özel hayatında ise tamamen başka birisidir. Hizmetçilerle, küçüklerle ve kendisinden aşağıdakilerle umumiyetle iyi geçirir. Onların sefaletleriyle alakadar olur. Astlarına karşı hoşgörülü ve samimi bir şekilde muamele eder. Son derece iyi geçimlidir ve sabahlara kadar süren sohbet ve yarenlik fırsatlarını yaratmaktan çekinmez. Bu vesilelerle, musahiplerini hikayelerini mizah ve incelikleriyle büyülemediği zamanlarda onları en derin ve istisnai fikirleriyle şaşkına çevirir. Onu bu haliyle görenler, kendi kendilerine, resmi vazifesi başında diğerlerini en sert şekilde aşağılayan veya hakaret eden bu aynı kişi midir diye sorarlar. Hakikatte bu, ihtiraslarının şan ve iktidar mücadelesinde yoldan çıkardığı temelinde gayet nazik ve iyi niyetli bir tabiattır. Jaguar maskesinin altındaki çocuksu tebessümün altında yatan mana da budur.
Mustafa Kemal gırtlağına kadar sefahate batmış olmakla suçlanmaktadır. Bu doğru değildir. Belki sefa meraklısı olabilir. Ancak milli davada kendine düşen vazifeyi yerine getirmiştir ve kötü alışkanlıklarından feragat etmiştir. Bu da gözardı edilebilecek bir davranış değildir. Onun hayatı, bugün son derece namuslu ve muntazamdır. Daha evvel kendini aşırılıklara teslim etmiş olsa da taşkınlıklarının daha çok kötü alışkanlıklara temayüldense dünyevi kaideleri hiçe saymak olduğunu söylememiz gerekmektedir. Aslına bakılırsa Mustafa Kemal, önyargılarını hor gördüğü ve kuralları hiçe saydığı toplum aleyhindeki bir isyankârdır. Bu zaviyeden Bryon ve Alfred de Musset’i hatırlatır. Bu şahsın kural tanımaz hareketleri bile şayanı hayrettir.
Hülasa, olağanüstü bir insan olarak tarif ettiğimiz Mustafa Kemal Paşa, içtimai hayatında hırslı, son derece vatansever, gözü pek, kararlı ve korkunç birisidir. Hususi hayatında ise bir hodbindir, ancak kendini zapt eden ve ruhunun arzularına ve şahsiyetinin meraklılarına mukayyet olan bir hodbindir. Şu anda deruhte ettiği vazifeyi yerine getirirken, Cecil ve Rhodes’un gözü pek kararlılığıyla bir Juggernaut tankı misali önüne ne çıkarsa ortadan kaldırmakta, bir Cavour’un bitmek tükenmez becerikliliği ve bir Mehmet Ali’nin faydacı dehasıyla işe koyulmaktadır.
Hareket kuvveti ile uluslararası siyasetin kati unsurlarından birini teşkil etmektedir. İngiltere’nin suni kanallar inşa ederek yolundan çıkarmaya ve yok olmaya sevk etmeye çalıştığı Türk tarihini, doğal yataklarında muhafaza etmektedir. Tarihin sayfalarında kesinlikle bir yeri vardır. Bu yerini büyük balta darbeleriyle meydana getirmiştir. Bu mevkii belki daha da büyüyebilir, ancak küçülemez.
O, ne olursa olsun iyiyle kötünün, zaafla kuvvetin, fazilet ve zaafların bir karışımı dahi olsa, Türkiye ona sadece hayranlık ve takdirini arz edebilir. Yine de ne yaparsa yapsın, onun hakkını ödeyemez. Hayatta kalışını ve diğer milletlerin nezdindeki itibarını tekrar kazanışını ona borçludur. Yine de bu muazzam başarısında milletim payının onunkinden daha büyük olduğunu, eklemeyi ihmal etmeyelim. Millet ona, sonuna kadar kullanması için bitmez-tükenmez bir kahramanlık ve coşku zemini hazırlamıştır. Eğer o bir zanaatkar ise, millet de elindeki alettir. Tevazuu sebebiyle eşsiz niteliğinin farkında olmayan bir alettir. İşin aslına bakılırsa, Türkiye’nin kurtuluşu ve onu halihazırda son iki yüzyılın acı ve mahcubiyetlerinden kurtaracak talihine doğru yönelişi, milletin ve tabiatın mümtaz kıldığı evladının vasıflarının bir araya gelmesi neticesinde gerçekleşmiştir.
İnatla onun bir ittihatçı olduğu iddia ediliyor. Hiçbir şey bundan daha az doğru değildir. Şüphesiz bundan çok önceleri, İttihat ve Terakki Partisi’nin ilk zamanlarında, o da partinin mensubu olmuştur. Bu hem de bu teşkilatın zuhur ettiği ihtilal taraftarı bir cemiyetin kurucusu olmak suretiyle vuku bulmuştur. Kısa bir süre sonraysa yollarını ayırmıştır. Hiçbir zaman cemiyetin idaresinin başında olan Merkez-i Umumi’ye dahil olmamış ve bu merkezin yürüttüğü gizli siyasete bulaşmıştır. Bilakis buna muhalif bir tavır almıştır. Bu muhalefeti pek de faal şekilde yürütmemiştir zira mesleği olan askerliğin gereği olarak siyasete uzak durma taraftarıdır. Hiçbir zaman hiçbir İttihatçı liderin tesiri altına girmemiştir ve bunu tekrar söylemeliyiz ki şu anki vaziyetinde dahi sadece nihai zaferi elde etmeyi amaçlamaktadır.
İhtilalden bugüne kadar süregelen Türk siyasetinden haberdar olan Mustafa Kemal’in şahsiyetini bilen herkes, onu şu anda mevcut dahi olmayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir aracı gibi göstermek isteyen efsaneyi gülünç bulacaktır. Onun Berlin yahut Moskova hükümetlerinden talimat aldığı iddia da iddia ediliyor. Bunu yapan, onu ve yürüttüğü hareketi Garp kamuoyunun nezdinde karalamak isteyen İngilizlerdir.
Milli Şef, Türkiye’nin hak ve kuvveti üzerinde temellendirdiği ve Fransa’nın yaklaşımı daha mutedil bir veçhe almış olsa da, büyük kitleler halindeki vatandaşlarıyla beraber Türkiye’ye karşı adalet ve insanlık anlayışlarına itimat etmediği İtilaf Kuvvetlerinden veya Garp’tan hiçbir suretle kabul görmeyeceğine emin olduğu hareketini, bu milletlerle arasında daha iyi ilişkiler tesis edilmiş olsaydı, Berlin’deki sığınmacı vaziyetindeki ittihatçılarla yahut da Wilhelmstrasse ile işbirliği yaparak yeni bir şekil koyabilirdi.
O ise Ankara hükümetiyle Sovyet hükümeti arasında ittifak ilan etti ve bunu Lenin’in henüz bütün Garp’ta Deccal ilan edildiği ve cehennem mahluklarına adandığı bir dönemde gerçekleştirdi. Bu tasarrufa bakılarak hala Türkiye’nin şu ya da bu yabancı devletin idaresinde bir alet olduğunu ve kendi başına hiçbir şey yapamayacağını, bilhassa da başarılı olamayacağını, Sakarya’da Mustafa Kemal’in Alman Genelkurmay Başkanı’nın planları sayesinde Yunanlıları geri püskürttüğünün iddia edilmesi hayret vericidir. Fakat kim bilir? Kuvayi Milliye tarafından kesin bir zafer kazanıldığında, şüphesiz duyacağımız haber bizzat Ludendorf’un Ankara’da olduğu ve Mustafa Kemal’in yanında bulunduğu olacaktır. Bu kötü niyetli ahmaklıklara, artık bir son verilmesi lazımdır.
Sözün özü, Mustafa Kemal ne ithalatçıdır ne Bolşevik tir. Belki de şovenizm ve fanatiklikle itham edilmek ve İttihatçılık isnat edilmek için sadece vatanını seven bir Türk olmak yeterlidir. Sultan’ın vazifeleri ve menfaati hususundaki anlayışsızlığı ve Bab-ı Ali’nin ahmaklığından da kaynaklanan gevşekliği neticesinde Mustafa Kemal Paşa, siyaset sahnesine girmiştir. İstanbul hükümetinden ve muhaliflerinden bağımsız, vilayetlerde vuku bulan bir direniş teşebbüsüne dönüşecek hareketi başlatmıştır.[1]
[1] Sait Halim Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı başlıklı notları, Fatih Yücel tarafından Arap harflerinden transkripsiyonu yapılarak ve bugünkü Türkçeye çevrilerek kitap haline getirilmiştir. Bu kitap, Kronik Yayınları tarafından 2019 yılında yayınlanmıştır.
Hits: 25
SEÇİM 2023
- 30 Nisan 2023